23 Ekim 2016 Pazar

KURAN'DA SAMİMİYET


Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa Suresi -146)

ALLAH’A KARŞI DAİMA SAMİMİ OLMAK

İnsanı şeytanın kışkırtmalarından koruyan, onun saptırıcı vesveselerinden uzaklaştıran, Allah’a karşı samimiyetidir. Bir mümin, Allah’tan gücünün yettiği kadar korktuğu, O’na tüm kalbi ile yöneldiği ve Allah’ı hoşnut etmek için yaşadığı sürece, gerçek samimiyete ulaşmış olur. Gerçek samimiyet karşısında bir insanın yaptığı hatalar, düştüğü yanılgılar önemsizdir. Çünkü o, her ne yaparsa yapsın, yine tüm samimiyeti ile Yüce Allah’a yönelecek, O’nu razı etmek için çabalamaya devam edecek ve yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyup bunu telafi etmeye uğraşacaktır. Bir mümin için önemli olan hatasız olması değil, hatadan samimiyetle ders alması ve daima Allah’a yönelmesidir.

Samimiyet aynı zamanda bir insanı, Allah için yaşama amacında kararlı kılan, onu güçlü ve istikrarlı hale getiren en önemli özelliklerdendir. Hiçbir şey samimi bir mümini gerçek amacından saptıramaz, din günü hesabını veremeyeceği bir şeye onu yanaştıramaz. Samimi bir mümin, daima vicdanına göre hareket eder, daima Kuran’a göre doğru olanı yapmaya çalışır.

Samimiyeti zedeleyecek olan şey, insanın, Allah’ın sürekli kendisini izlediğini ve ahiret günü mutlaka hesaba çekileceğini bilerek, bu önemli gerçeği unutması ve yalnızca insanların düşünce ve isteklerine göre hareket etmesidir. Tüm nimetleri Allah’ın kendisine sunmakta olduğu gerçeğinden gaflete düşmesi ve çevresindeki insanlardan medet ummasıdır. Müminin üzerine düşen, böyle bir gaflet anında mutlaka Allah’a sığınması, her şeyi yaratanın Yüce Allah  olduğunu hatırlaması ve mutlaka Kuran’a göre hareket etmesidir.

İnsan, samimi olduktan sonra yaptığı bir hatadan dolayı hiçbir zaman küçük düşmez, adaletsizliğe uğramaz. O, Allah’ın koruması altındadır. İnsanlar arasındaki küçük düşme, adaletsizliğe uğrama, zarar görme gibi kavramlar, şeytanın insanlar arasında yaydığı kuruntulardır. Mümin için en önemli olan Allah’ın razı olması ve O’nun affetmesidir. Dünyada da, ahirette de ceza ve mükafat yalnızca Allah’tandır. Hatanın ardından Allah’a tevbe etmek, bunu telafi edip Allah’ı razı etmeye çalışmak, kişinin Allah’a karşı olan samimiyetinin bir göstergesidir. Allah  bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Rabbiniz sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisi’ne) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)

Bir insan cahil ya da bilgisiz olabilir, deneyimsiz veya saf olabilir. Ancak önemli olan bu kişinin Allah’a samimiyetle bağlı olmasıdır. Allah, samimi olarak Kendisi’ne yönelmek isteyen kullarına mutlaka doğru yolu gösterecek, onları hidayete ulaştıracaktır.

Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır. (Lokman Suresi, 22)

GERÇEK SAMİMİYET

İnsanların bir kısmı Allah’a imanları ve dine bağlılıkları konusunda tam anlamıyla samimi olduklarını düşünürler. Kendi ölçülerine göre bu düşüncelerini destekleyecek deliller de bulurlar. İyilik yapmak, fakir birine yardım etmek, güzel söz söylemek, fedakar olmak bu insanlar için samimiyetlerinin ispatı için yeterlidir. Elbette bunlar önemli ve güzel özelliklerdir, ama bir insanın bu özelliklere sahip olması samimiyet konusunda düşünmemesi veya kendisini geliştirmemesi için bir sebep değildir. Bu insanların genelde, birgün karşılarına biri çıkıp da “Gerçekten samimi olduğuna emin misin?” diye bir soru sorana dek bu konuda hiçbir şüpheleri olmaz. Oysa samimiyet bir insanın asla kendisini yeterli göreceği bir konu değildir. Samimi olmanın bir sınırı yoktur. Bu nedenle böyle bir soru karşısında vicdanlı davranan her insan, yaptıklarını ve ahlakını yeniden gözden geçirecek ve mutlaka kendisini geliştireceği yönler bulacaktır. Kuran’ın pek çok ayetinde de, Allah’a iman ettiklerini söyleyen ancak Allah’ın şanını gereği gibi takdir edemeyen, Allah’ın rızasının en çoğunu kazanmayı gözetmeyen, Allah’a karşı gönülden saygı ve korku duymayan, yani samimiyetten uzak insanların varlığı bildirilmektedir.

De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?” “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?” De ki: “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de sakınmayacak mısınız?” 

De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) “Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor.” “Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?” Hayır, biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Mü’minun Suresi, 84-90)

Ayetlerden de anlaşıldığı üzere, samimiyetin de şekilleri, dereceleri vardır. Bir insan samimiyetine dair onlarca delil öne sürse, ancak dinin temelleri konusunda samimiyetsiz davransa, bu kişinin samimiyeti şüpheli olur. Bu nedenle gerçek samimiyeti elde etmek için peygamberlerin hayatlarına bakmak gerekir.Tüm peygamberlerin hayatları zorlu bir imtihan ortamında geçmiştir. Ancak onlar samimi davranışlarıyla hem Allah’ın rızasını kazanmış, hem de çağlar boyunca tüm Müslümanlara örnek olmuşlardır.

Hz. Musa kardeşi Hz. Harun ile birlikte, Allah’a duyduğu samimi güven ve teslimiyetin göstergelerinden biri olarak, dönemin en zalim diktatörü olan Firavun’a gitmiş ve onu hak dine davet etmiştir. Hz. Musa’nın hayatı pahasına, cahilce kendisini yeryüzünün sahibi olarak nitelendiren Firavun’a gidip, “herşeyin Yaratıcısı, Sahibi olan Allah’tır” diyerek tebliğ yapması, samimi imanın nasıl olması gerektiği konusunda mükemmel bir örnektir.

Her müslümanın yapması gereken Allah’a bağlılığını, ve imanda samimiyetini arttırmak olmalıdır. Allah “samimi kullarının kurtuluşa ereceğini” bildirmektedir


Allah’ın Yarattığı Olayları Bağımsız Sanmak Şirktir


DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

 • Gizli şirk neden tehlikelidir?

• Gizli şirkin sebepleri nelerdir?

Gerçek iman sahibi bir kişi katıksız bir sevgiyle Allah’a karşı mutlak bir teslimiyet içindedir. Kişi saniyelik hatalara dahi düşmemeye özen gösterir. Allah’a güveninde -haşa- eksiklik hissettiği veya Allah’tan başka yardımcılar aradığı anda bunun şirk olacağını bilir. Bunun için hiçbir mazeret öne süremeyeceğinin de farkındadır. Ancak bazı insanlar, zor bir durumla karşılaştığında, “genelde çok teslimiyetliyim, Allah’a güvenim tam, ama çok nadir bazı olaylarda paniğe kapılıyorum, tevekkülsüzlük yapıyorum” şeklinde bir düşünceye kapılabilir. Bu elbette büyük bir gaflettir. Bu konuda insanın kendisini kandırması da çok tehlikelidir. Çünkü bu mantıkla hareket eden bir insan, kendisine başka yardımcılar aradığı için Allah’a tam güvenmiyor demektir. Bu da o kişinin, Yüce Allah’ın varlığını kabul etse de, O’na tevekkül edemediğini, Allah’ın sonsuz kudretini kavrayamadığını ve dolayısıyla şirk içinde olduğunu gösterir.

Yalnızca Allah’a rağbet eden insan ise Allah’ın kendisi için yaratmış olduğu kaderden kalben razıdır. Çünkü iman sahibi bir insan, kaderin dışına çıkmanın ya da kaderi değiştirmenin mümkün olmadığını bilir. Allah’ın her insan için yarattığı bir kader olduğunu ve o kaderin hiçbir değişiklik olmadan işlediğini unutmaz.

Allah insanların yaşayacakları her olayın bir kitapta kayıtlı olduğunu ve insanların, kitaplarında yazılı olanlar dışında hiçbir şey yaşayamayacaklarını pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:

... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)

Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi bir insanın yaşamı içinde karşılaştığı her olay, küçük büyük herşey bir kitapta kayıtlıdır. Her insan yaşadığı bu dünya hayatında kendine ait olan bu kader kitabını okumaktadır. Bu nedenle mümin karşılaştığı olayları bu gerçeğin bilincinde olarak değerlendirir ve Rabbimiz’in yaratmış olduğu kaderdeki her detayda bir güzellik arar. Kaderdeki her ayrıntının mutlaka bir hayır üzere yaratıldığına kesin olarak iman eder. Bunun bilincinde olan mümin için yaşadığı şeylerin hepsi mutlaka güzeldir; mümin bu güzellikleri hiç atlamadan görebilir. Geçmişte yaşadıklarından ya da halihazırda başına gelen olaylardan yakınma, rahatsızlık duyma veya hoşnutsuz olma gibi bir hataya düşmez. İstisnasız hayatı boyunca yaşadığı her andan razı olur.

Bunun aksi ise imanın derin olmadığını, imana şirk karıştığını gösterir. Böyle bir insan Allah’a iman ettiğini söyleyebilir, ahirete inandığını, gerçek bir Müslüman olduğunu ifade edebilir. Ama kaderindeki herhangi bir olaydan razı olmayan bir insan aslında, Kuran’da emredilen tevekkülü yaşayamıyor, Allah’ın yarattığı kaderi gerçek manada kavrayamıyor demektir. İşte bu durum “gizli şirk” alametidir.

Gizli Şirk Her İnsan İçin Göz Ardı Edilemeyecek Büyük Bir Tehlikedir

İnsanın günlük hayatında kendi içinde hissettikleri veya olaylara verdiği tepkiler çok önemlidir. Bu bakımdan samimi bir insanın tüm yaşamını, günlük hayatını, hislerini, düşüncelerini, hayata bakış açısını ve en önemlisi bilinçaltını bu anlayışla gözden geçirmesi şarttır.

Şirk, kimi zaman bir insanın yaşamına çok köklü şekilde yerleşmiş olabilir. Kişinin bir korkusu onun dini halis şekilde yaşamasını engelleyebilir. Örneğin geleceğe yönelik ciddi bir endişeye kapılıp, “geleceğini garanti altına almak” için Allah’ın emirlerini göz ardı edebilir, kendince gerekli gördüğü durumlarda dininden taviz verebilir. Veya bir insan karşılaştığı zorlukları birer aksilik olarak değerlendirebilir; bundan dolayı isyankar bir ruh hali içinde olabilir. İşte bu veya benzeri durumdaki insanların büyük bir çoğunluğu Allah’ın sonsuz kudretini ve herşeyin hakimi olduğunu unutarak gizli bir şirke düşer. Geleceğini yaratanın da, kendisine mal, mülk zenginlik verenin de, karşısına çıkan zorlukları açıp giderenin de Allah olduğunu unutur, başka varlıklara güç atfederek onlardan yardım umar hale gelir.

Oysa her insan böyle bir gafletten şiddetle kaçınmalı ve büyük bir hızla uzaklaşmalıdır. İçinde bulunduğu durumu ince ince düşünmeli, hayatının her anında Rabbimiz’in herşeye güç yetiren, her varlığın ve her olayın üzerinde tek söz sahibi olduğunu tefekkür etmelidir. Ancak bu şekilde gizli şirk belasından uzakta kalabilir.

Zorluklar Karşısında Bazı İnsanlar Gizli Şirk Yaşayabilir

 İnsan kanser olabilir ya da hiç beklemediği bir anda trafik kazası geçirerek sakat kalabilir ve ömrü boyunca yürüyemeyeceğini öğrenebilir. Şirkten tamamen arınmış teslimiyet ve tevekkül yaşayan kişi, hastalığından dolayı üzülmez, kaygılanmaz, başına gelen zorluklardan dolayı asla yakınmaz. Bunu hemen teslimiyet ve güzellikle karşılar; Rabbimiz’in kendisi için mutlak bir hayır dilediğini unutmaz.

İnanan bir insan dünyada yaşadığı her türlü imtihanın sonsuz ahiret yaşamına kıyasla çok kısa sürdüğünü, ahirette büyük bir ecir kaynağı olarak karşısına çıkacağını aklından çıkarmaz. Şirkten arınmış bir imanda kişi karşısına çıkan zorluğu öğrendiği ilk anda bu haberi güzellikle karşılar, bunda bir hayır ve hikmet arar. Ancak şunu önemle belirtmek gerekir ki, bu, asla teselli mahiyetinde bir düşünce değildir. Tam tersine gerçek imanda kişi kendisine isabet eden bu hastalığın kendisi için gerçekten büyük hayırlara vesile olacağına iman eder. Aynı şekilde tek başına kaldığında da, insanların yanında da, olayın üzerinden sabretmesini gerektirecek uzun zamanlar geçtiğinde de sakatlığına karşı hep aynı teslimiyeti gösterir. Çünkü kaderini Allah’ın belirlediğini bilir, Allah’tan gelen herşeyin güzel olduğunu düşünüp sabreder.

Kişinin Yaptıklarını Kendi Eseri Zannetmesi Gizli Şirkin Sebeplerindendir

Bir kişi başarılı bir konuşma yaptığında o konuşmayı kendi aklıyla kendisinin yaptığını zannederse bu çok yanlış olur. Çünkü Kuran’da tarif edildiği gibi “nutku verip konuşturan” Allah’tır. O dilemedikçe insanın konuşması ve üstelik hikmet üzere konuşması mümkün değildir. Bunların hepsi Allah’ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Veya bir insan mesleğinde başarı elde ediyorsa, bilimsel keşiflerde bulunuyorsa, yaşamı kolaylaştıran buluşlar yapıyorsa, bunların tümünü Allah’ın yardımıyla yapıyor demektir. Bir insanın Allah’ın dilemesi dışında bir başarı elde etmesi mümkün değildir. Tüm bunlara rağmen insanın halen kendi başarılarını sahiplenmesi, bunlarla övünmesi, gururlanması ve bu esnada Allah’ı unutması çok yanlış ve haksız bir eylem olur. Nitekim bir Kuran ayetinde Allah insanın hiçbir şey yapmaya kudretinin olmadığını şöyle bildirir:

“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30)

İnsanların Karşılaştıkları  Her Türlü Olay Ancak  Allah’ın İzniyle Gerçekleşir

Şu halde insanın, herşeyin Allah’ın kontrolü altında olduğunu unutması, çok sapkın bir düşünce olur. Allah olan biten herşeyden haberdardır. İnsanın hayatının her safhası ve her anı da ancak Allah’ın izniyle, Allah’ın kontrolünde gerçekleşmektedir. Ve unutulmamalıdır ki, Allah’ın takdir edip yaratmış olduğu kader, iman eden samimi kullar için her zaman en hayırlısıdır. İnananların tüm yaşadıklarında çok büyük bir hayır ve hikmet vardır. Ama insan bu hikmetleri her zaman anlayamayabilir. Bazen bu hikmetleri görür ve şükreder. Bazen de göremez ancak yine Allah’a güvenir ve dayanır. Bilir ki kendisine isabet eden olayları Allah pek çok hayır ve güzellikle birlikte yaratmıştır.

Müslüman bu salih karaktere sahip olduğu, gerçekten hiçbir ortak koşmadan Rabbimiz’e yöneldiği zaman, her türlü başarıyı, güzelliği ve nimeti Allah’tan umabilir. Çünkü Allah şirkten tamamen arınmış kullarına dünyada da ahirette de büyük mükafat vereceğini müjdelemiştir. Dünyada tam ihlası elde etmiş kullara Allah’ın müjdesi şöyledir:

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.” (Nur Suresi, 55)


Samimiyette derinleşmede engel tanımamak

                                          DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Gerçek iman ve Allah korkusunun en önemli göstergelerinden biri kişinin samimiyetidir. Bir insan Allah'a olan inancındaki, Kuran'a uymadaki ve güzel ahlakı yaşamadaki samimi azmi ve çabası ölçüsünde takva özelliği kazanır.

Eğer insan vicdanını şeytani düşüncelerle kirletmiyorsa, vicdanından gelen her uyarı ve tavsiyeye tereddütsüz uyuyorsa, Allah'tan korkup sakınarak nefsinin olumsuz telkinlerine karşı koyuyorsa, bu insan samimiyeti en güzel şekilde yaşayabilir.

Ancak bazen insan inancını ve ahlakını, samimiyetin en üst noktasında görüp bundan hoşnut olup bu konuda daha fazla çaba göstermeye gerek duymayabilir. Elbetteki her insan samimiyeti ölçüsünde, kendisinin Allah'ın hoşnut olacağı kullardan olabileceğini umabilir. Ancak Kuran ahlakında müminlere gösterilen yol, kişinin güzel ahlakın her bir detayında kendisine sınır koymamasını gerektirmektedir. Her zaman iyinin daha iyisi, güzelin daha güzeli, mükemmelin daha mükemmeli olabilir. Mümin, ümitvar olmasının yanında, Allah korkusu sebebiyle her zaman için Allah'ın rızasını ve ahiretini kazanmaktan yana korku içerisinde de olmalıdır. Belki yaşadığı samimiyet, olabilecek en makbul seviyededir. Ama belki de yeterli değildir. Ya da daha üst bir samimiyet ile Allah'ın rızasını, hoşnutluğunu daha da fazlasıyla kazanabilecektir. İnsan aklını ve vicdanını kullanarak, derin düşünerek, her zaman uyguladığı ve alıştığı tavırlardan ve düşüncelerden, çok daha güzelini, çok daha iyisini de bulabilecek yetenektedir. Ve Yüce Rabbimiz Kuran'da, “hayırlarda yarışılmasını” bildirmektedir (Bakara Suresi, 148). Bu nedenle mümin her zaman için daha mükemmelini, daha iyisini, daha güzelini arayan bir ahlak içerisinde olmalıdır.

Müslüman “nasıl olsa ben samimiyim” deyip, bu durumunu yeterli görmemelidir. Her zaman için samimiyetin daha üstü vardır. İnsan hep bunun sadece bir aşamasındadır. Nitekim geçmişine baktığında da, insan halihazırda yaşadığı samimiyeti, sürekli olarak bu gibi aşamalardan geçerek elde ettiğini görecektir. Çevresindeki insanların da önceki hallerine baktığında, zaman içerisinde sürekli olarak hep daha iyiye ulaştıklarını; her seferinde, bir önceki hallerinden daha samimi hale geldiklerini görecektir. Ancak belki kişinin hem kendisi hem de çevrelerindeki bu insanlar, o dönemlerde de kendilerine sorulduğunda “ben çok samimiyim” diyorlardı. Ama bir sonraki aşamada, aslında bir önceki hallerindeki samimiyetlerinin eksik olduğunu, samimiyetleri arttığında açıkça görmüş oldular.

İşte bu nedenle insanın sürekli olarak daha üst bir samimiyeti araması gerekir. İnsanın, mevcut haline sevinip bunu yeterli görmesi, bir anlamda gelişmesinin, derinleşmesinin, mükemmelleşmesinin önüne bir engel koyması demektir. Halbuki kişi kendisine bu sınırı koymadığında, belki de Allah'ın izniyle, tahmin bile edemeyeceği kadar mükemmel bir ahlaka ulaşabilir. Allah'ın rızasının en çoğunu kazanmayı hedefleyen bir müminin ise, böyle bir imkanı kendi eliyle engellememesi gerekir.

Bu konuda şunu da unutmamak gerekir ki, müminin Allah'a karşı alabildiğine samimi olması, şeytanın hiç istemeyeceği bir şeydir. Çünkü Yüce Rabbimiz Kuran'da, “samimi olan kullarının kurtulucağını” (Hicr Suresi, 40) bildirmiştir. Rabbimiz samimi kullarını sevendir. Bu nedenle şeytan, insanın samimiyetsizlikten kurtulmasını istemez. Dolayısıyla kişinin bu konuda şeytana karşı da mücadele etmesi gerekir. Ayrıca insanın, nefsinin samimiyete karşı direnme arzusu içerisinde olacağını da unutmaması gerekir. Müminin bu konuları da göz önünde bulundurarak tedbir alması; samimiyette derinleşmek için tüm gücüyle çaba harcaması gerekmektedir.


22 Ekim 2016 Cumartesi

Ülfet perdesi samimi tefekkürle kalkar

                                                   DİĞER ESERLER İÇİN TIKLAYINIZ

Alışkanlık anlamına gelen ülfet, bazı insanların yaşamlarında sahip oldukları veya gördükleri varıklardaki kusursuz detayları, mucizeleri, güzellikleri ve bunların Yüce Allah'ın eşsiz ilmi ve sanatı olduğunu kavramalarını engelleyin bir perde gibidir.

Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanların yaptığı en büyük hatalardan biri, dikkatlerini bir konu üzerinde yoğunlaştırıp derin düşünmeye vakit ayırmamalarıdır. Bunun nedeni ise gün içerisinde tüm dikkatlerini yaşadıkları küçük olaylara vermeleridir. Böylece zihinlerini bunlarla yorarak, zamanlarının büyük bir bölümünü bu düşüncelerle harcamış olurlar.

Çoğunlukla evleri, işleri, okulları ya da aile içi herhangi bir konu ile sınırlı olan düşüncelere tüm vakitlerini harcayan bu kişiler zamanla, yalnızca ilk defa karşılaştıkları bir durum karşısında güzellikleri ve harikalıkları fark edip etkilenebilecek hale gelirler. Kuşkusuz bir insanın evi ya da ailesiyle ilgili herhangi bir konuya vakit ayırarak bu konu üzerinde düşünmesi güzel bir davranıştır. Ancak burada kastedilen bir insanın dünya hayatının aldatıcı temposuna kapılarak çevresindeki yaratılış delilleri ve Allah'ın sonsuz ilminin delilleri karşısında tepkisiz kalmasıdır.

Dünyaya Nimet Gözü İle Bakmak

Bu hata içerisinde olan bir insan, ilk defa karşılaştığı bir yaratılış delili karşısında etkilenebilir. Hatta bu, kısa bir süre için de olsa, daha derin düşünmesine ve gördüğü şeyi araştırıp incelemesine vesile olabilir. Ancak bir müddet sonra güzelliklere karşı duyduğu ilk andaki heyecanını ve duyarlılığını kaybederek, gördüğü şeye karşı alışkanlık duymaya başlar. Hatta biraz daha süre geçince bunlar kendisine "sıradan", "monoton" gelmeye başlar. Aynı şekilde yaşamı boyunca şahit olduğu pek çok durumu, her gün gördüğü "olağan" olaylar olarak kabul eder ve bunları "alışılmış", "zaten olması gereken" olaylar olarak değerlendirir. Halbuki insanın yaşamı boyunca gördüğü her şey, şahit olduğu her durum Allah'ın özel olarak yarattığı, son derece hikmetli olaylardır. Allah insanı sayısız güzellikler ve harikalıklarla sarıp kuşatmıştır ve her birinin ardında pek çok hayır ve hikmet gizlidir. Bediüzzaman Said Nursi de bu gerçeği şu sözleri ile dile getirmiştir:

"Ülfet ve adat ve yeknesaklık (monoton) perdeleri altında harika hakikatler gizlenir. Şu kainatı idare eden Zat (Allah), her şeyi nizam ve mizan (düzen ve denge) içinde muhafaza ediyor. Nizam ve mizan ise; ilim ile hikmet ve irade ile kudretin tezahürüdür (ortaya çıkmasıdır). Her şeyin sanatında nihayet derecede (en üst derecede) intizam (uyum) bulunması gösterir ki; nihayetsiz (sınırsız) bir hikmet ile iş görülüyor".(Sözler I, sf: 77)

Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi yaşamın her anına hakim olan düzen ve kusursuzlukta büyük bir sanat ve hikmet vardır. Ancak bunu yalnızca iman edenler, Allah'a içten yönelenler ve olaylara hikmet gözü ile bakabilenler gereği gibi takdir edebilirler. Böyle bir kişi, baktığı her şeyi Allah'ın yarattığı nimet olarak gördüğünden, üzerinde ülfet ve gaflet perdesi oluşmaz. Her birine karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir heyecan ve coşku duyar.

Neler Ülfet Oluşturur?

İnsanların olayları ülfetle değerlendirmelerine sebep olan bazı unsurlar vardır. Bunlardan bir tanesi, insanların maneviyata değil, maddeye önem verir hale gelmeleridir. Nitekim Üstad'ın "Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür" sözleri bu gerçeği bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır.

Örneğin bir tıp fakültesi öğrencisinin önüne anatomi dersi için ilk kez ölü bir insan bedeni getirildiğinde oldukça etkilenir. Gördüğü cesedin bir süre önce hayat dolu, neşeli, gözleri ışıl ışıl parlayan, belki de geleceğe yönelik pek çok planı olan, konuşan bir kişi iken şimdi cansız bir beden olarak karşısında yatıyor olmasını hayret ve şaşkınlık ile karşılar. Belki hem kendi hem de yakınlarının ölümlerini düşünür. Dünya hayatının gelip geçici olduğunu, ölümün er veya geç herkesin başına gelecek kaçınılmaz bir gerçek olduğunu anlar. Ölümle beraber bir zamanlar gösterişli ve heybetli olan bedenin, büyük bir hızla çürümeye başlaması, yüzüne bakılamayacak, yanında durulmaya tahammül edilemeyecek bir hale gelmesi onu uzun uzun düşündürür. Ancak eğer kişi tüm bunları iman gözü ile değerlendirmiyorsa, olayın üzerinden geçen süre ve görülen ölü bedenlerin sayısının artması kişide bir alışkanlık ve düşünce zayıflığı oluşturur. Böylesine çarpıcı bir ortam bile, düşünülmediği zaman, bir müddet sonra olağan karşılanmaya başlanır.

Yaşanan Her An Nimettir

Ülfeti oluşturan bir diğer neden ise Allah'ın kullarına olan rahmeti nedeniyle nimetlerini her an aynı mükemmellikte ve kesintisiz yaratmasıdır. Gaflet içindeki bazı insanlar, yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan sayısız nimeti kendilerine bağışlayanın ve kendilerini, tasarladığı eşsiz sistemler vasıtasıyla koruyanın rahmet sahibi Yüce Allah olduğunu gözardı ederler. Çevrelerini tamamen kuşatmış olan yaratılış delilleri üzerinde düşünmezler. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

"Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler." (Yusuf Suresi, 105)

İnsanların günlük hayatlarında ayette bildirildiği şekilde alışkanlıkla değerlendirdikleri başka birçok konu vardır. Örneğin, insan her gün ayağının altındaki damarlarının üzerine ortalama 70-80 kiloluk bir basınç uygulayarak basar, ayağının üstünde zıplar. Ancak ayaklarda bulunan incecik damarların hiçbiri ezilmez ya da çatlamaz.

Milyarlarca Farklı Yaratılış

Ayrıca bazı insanlar her gün yanı başlarında gördükleri bir çiçeğin kapkara, çamurlu bir topraktan, nasıl olup da mis gibi bir kokuyla, rengarenk ve tertemiz çıktığını, yani toprağın her şeyi çürütürken bitkiye nasıl olup da hayat verdiğini hiç düşünmezler.

Ya da insan sokakta yürürken yüzlerce, binlerce insan görür. Hiçbiri bir diğerine benzemez. Hatta parmak uçlarındaki izlerine kadar birbirinden farklıdır. Ülfet içerisinde olan insanlar, Allah'ın binlerce yıldır, milyarlarca insanı birbirinden tamamen farklı yarattığını da hiç düşünmezler.

Tüm bu örnekler Allah'ın varlığını, gücünü, aklını, sanatını gösteren delillerden yalnızca birkaçıdır. İnsanın ise düşünmesini engelleyen nedenleri ortadan kaldırarak, samimi ve içten bir kalple her an Allah'a yönelmesi, Allah'ın yarattığı olay ve varlıkların hikmetleri üzerinde düşünerek üzerindeki ülfet perdesini kaldırması gerekir. Bir ayette Allah'ın kulları üzerindeki rahmeti şöyle bildirilmiştir:

"Nimet olarak size ulaşan ne varsa, Allah'tandır, sonra size bir zarar dokunduğunda (yine) ancak O'na yalvarmaktasınız." (Nahl Suresi, 53)

"Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler." (Yusuf Suresi, 105)