30 Haziran 2014 Pazartesi

Aynı kulvarda hırsla koşan milyonlarca kör insan…


Allah için yaşanmazsa insanlar cehenneme doğru koşar, yolun sonunda hüsran vardır.

Neredeyse tüm hayatını bir hiç uğruna harcayan, koştukça koşan, yoruldukça yorulan, tükendikçe tükenen milyonlarca insan… Hiçbirinin birbirinden farkı yok aslında. Baktığınızda hepsi aynı kulvarda koşuyor. Bu kulvarda para var, hırs var, mal var, güzellik hırsı var, şöhret hırsı var, malı yığıp biriktirme hırsı var, genç kalma hırsı var, gezme eğlenme tutkusu var.

Aynı kulvarda koşan milyonlarca insanın tam anlamıyla ortak bir özelliği var, ne bu özellik biliyor musunuz? Hepsi kör… Evet, hepsi tam yanı başında yıllardır aynı yolda koşan fakat ne duruma gelmiş olan insanı göremiyor. Bakmıyor ki yanı başındaki tüm bu hırslarıyla yaşlanmış, çökmüş, mahvolmuş. Hala koşmaya devam ediyor ama hayat onu çoktan bırakmış. Giyse o yaşlı bedenine ne giyecek, yese o kadar hastalığın içinde ne yiyecek, malı yığıp biriktirse ne elde edecek? Zira bitiş çizgisi çok ama çok yaklaşmış. O her adımında hızla sona doğru yaklaşıyor. Kısa bir süre sonra her şeyini ama her şeyini o yolun ortasında bırakıp gidecek. Bilmiyor ki, bedenini, dünyada tüm biriktirdiklerini, dostlarını, mallarını, mülklerini, kısaca her şeyini bitiş çizgisinin bir adım gerisinde bırakıp o yolu terk edecek…

Peki ne götürebileceksin çizginin diğer tarafına? Bu yolda attığın binlerce adım, koştuğun onca yol, yanından geçip giden insanlar, dünya hayatında yaşadığın onca olay, biriktirdiklerin, gizlediklerin, günahların, sevapların… Ne götürebileceksin diğer tarafa? Allah için yaptığın bir güzel amelin var mı? O yolda hırsla koşarken ettiğin bir samimi duan var mı? Hiç bir an için durup soluklandın mı? Çevrene şöyle şuurlu bir gözle baktın mı? Hiç düşündün mü, seni yaratan kim? Sana bunca nimeti bağışlayan kim? Hiç alnın secdeye gitti mi? Hiç kendinden vaz geçip Allah için bir şey yaptın mı? Hiç Kuran’ı eline alıp sana indirilen onca ayete baktın mı?

Eğer Allah için koşmadıysan o aştığın binlerce kilometrenin karşılığı bomboş. Bunu hiç düşündün mü onca adımı atarken? Yoksa şeytan milyonlarca insana yaptığı gibi senin de gözlerini kör mü etti? Seni boş amellere kaptırıp dünya hayatına mı çekti? Bitiş çizgisini göremeyecek kadar mı kör oldun? Tamamen hayallere kapılıp mı bu kadar mı büyülendin? Dünyada elde edeceklerin için bu kadar hırsla koşarken neden Allah için tek bir adım atmadın? Peki bütün bu yaşadıklarının, yaptıklarının yanına kalacağını mı sandın…

Hayat ancak Allah için yaşanırsa güzel, ancak dine sımsıkı bağlanılırsa güzel, ancak ahiret özlemiyle yanıp tutuşulursa güzel ve ancak şuurla yaşanırsa güzel. Yoksa milyonlarca kör insanın içinde yaşayıp gider insan. Ve en kötüsü bunun şuurunda bile olmaz. Bitiş çizgisi gelir, insan adımı atar ve ruhu anında ölüm melekleri tarafından çekip alınır. İşte o zaman gözleri açılır, ama artık çok geçtir. Artık o kulvara, o kilometrelerce koştuğu yola geri dönüş mümkün değildir. “Ah keşke” der, “Keşke geri dönebilsem” “Keşke Allah için yaşayıp, Allah için ölsem” Ama artık çok geçtir, bir daha yolun diğer tarafına geçiş mümkün değildir…

Kaynak: http://imtihaninsirrib.blogspot.com.tr/



28 Haziran 2014 Cumartesi

CAHİLİYE TOPLUMUNUN ALLAH İNANCI



Cahiliye toplumunu oluşturan insanların tümünün yaşam stili ve dünyaya bakış açıları bir değildir. Aralarında din ahlakını hiç bilmeyen insanlar olduğu gibi, din ahlakını tanıyan ve Allah'ın pek çok hükmünden haberdar olan insanlar da vardır. Hatta bunların büyük bir çoğunluğu da kendilerine sorulduğu zaman Allah'a inandıklarını söylerler:

De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)

Ancak bu kimseler dilleriyle tasdik ettikleri bu gerçeği kalpleriyle reddederler. Bu nedenle de Allah'a gerçek anlamda iman edip O'nun beğendiği gibi bir hayat sürmezler. Allah'ın rızasını kazanacak işler yapmak yerine kendi isteklerini tatmin etmek için yaşarlar. Ağızlarıyla iman ettiklerini söylemeleri ise vicdanlarının açıkça bu gerçeği görmesi nedeniyledir. Dünya üzerinde baktıkları her yerde, yaptıkları her araştırmada, buldukları her yeni detayda kendilerine ait olmayan üstün bir akılla karşılaşırlar. Dünyadaki hiçbir şeyin tesadüf eseri ortaya çıkmış olamayacağını, en ince detayına kadar her varlığı üstün bir Yaratıcı olan Allah'ın yaratmış olduğunu anlarlar. Tüm olayların sadece Allah'ın kudreti ve hakimiyeti altında yürütüldüğünü açıkça görürler. Bu nedenle de vicdanen Allah'ın varlığını tasdik ederler. Ama buna rağmen din ahlakını yaşamaya yanaşmamalarının nedeni ise Kuran'da şöyle açıklanmıştır:

Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)

Cahiliye toplumundaki insanların bir kısmı da Allah'ı açıkça inkar etmeye kalkışır. Onlar da içinde yaşadıkları evrendeki kusursuz düzenin rastlantılar sonucu ortaya çıkamayacağını bilir. Fakat bu kimseler vicdanlarını tamamen kapatmışlardır. Bu konuda kendileri için geliştirdikleri çözüm ise Allah'ın varlığının delillerini görmezlikten gelmeye ve düşünmemeye çalışmaktır. Onları her zaman doğruya yöneltmeye çalışan vicdanlarını susturabilmek için de birtakım mazeretler öne sürerler. Fakat bu mazeretlerinin hiçbir açıklaması yoktur. Bunlar sadece inkarlarına bir kılıf bulmaya yöneliktir. 



12 Haziran 2014 Perşembe

Müslüman çoğunluğa göre değil, Kuran ahlakına göre hareket eder


Allah’a gönülden iman eden samimi bir Müslümanın en önemli özelliklerinden biri insanların çoğunluğuna göre değil, şartlar ne olursa olsun her zaman Allah’ın cicek(2)rızasına en uygun olacak şekilde, vicdanının sesine göre hareket etmesidir. Böyle bir insan için insanların kendisi hakkında ne düşündüklerinin, insanların çoğunluğunun ne yaptığının hiçbir önemi yoktur. Müslüman sadece Allah’ın rızasını kazanmaya önem verir ve bunun için de Kuran ahlakına en uygun tavrı göstermeye, en uygun sözü söylemeye niyet eder.

Salih Müslümanlara ait olan bu güzel ahlak özelliği en mükemmel şekilde peygamberlerin hayatında tecelli etmektedir. İçinde bulundukları toplumda insanlar nasıl yaşarlarsa yaşasınlar, peygamberler Allah’ın kendilerine vahyettiği din ahlakı dışında bir yaşantı ve ahlakı asla benimsememişler, inkar edenlerin sapkın inançlarına, çirkin alışkanlıklarına asla eğilim göstermemişlerdir. Allah’a iman ettikleri ve itaat ettikleri için hayatları boyunca inkarcılardan, müşriklerden, münafıklardan baskı ve eziyet görmüşler; hapse atılmışlar, iftiraya maruz kalmışlar, işkence görmüşler, yurtlarından sürülmüşler, öldürülme tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır. Hayatları sürekli çileyle geçmiş, hatta bir kısmı Allah yolunda şehit edilmişlerdir. Allah’ın vahyini tebliğ etmekle sorumlu olan peygamberler bu tehlikeleri cesurca göze almışlar, Allah yolunda kendilerine isabet eden güçlüklerden dolayı asla geri adım atmamışlardır. Allah peygamberlerin ve onlarla birlikte olan salih müminlerin bu üstün ahlakını Müslümanlara şu şekilde örnek vermiştir:

Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler cehd (mücadele) ettiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 146)

Allah’ı derin bir sevgiyle seven bir Müslüman’ın da ana hedeflerinden bir tanesi, yaşadığı süre boyunca, aynı peygamberlerin hayatlarında olduğu gibi, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan sadece Allah korkusuyla Kuran ahlakına en uygun şekilde yaşamak olmalıdır. 

Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar arasında çoğunlukla kitle psikolojisi hakimdir. İnsanlar genellikle kendi akıl ve vicdanlarının yönlendirmesine göre değil, kitle psikolojisiyle hareket ederler. Bu ruh hali de hayatlarının her aşamasına hakim olur. Kendi zevkleri, estetik anlayışları, konuşma üslupları, sevgi anlayışları tamamen yok olur, yerine kendilerinin de beğenmediği ve rahat etmediği ama toplumda kabul gören ve tepki almayacakları yapmacık, samimiyetsiz bir ruh hali oluşur.

Toplumun genelinin yaşadığından farklı bir uygulama diğer insanlar tarafından hemen dikkat çekeceği ve belki de tepki toplayacağı için, Kuran’ı ve Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetini rehber edinmeyen kimseler akıllarını ve vicdanlarını tamamen dondururlar ve toplumun beklentilerine göre hareket ederler. Bir davranışın doğru olup olmadığını, ahirette kendilerine bir yükümlülük getirip getirmeyeceğini hiç hesaba katmadan körü körüne uygularlar. Bunun sonucunda sevgisiz, vefasız, bencil, menfaatperest, şefkat ve merhamet duygularından yoksun, öfkeli, hırslı, kindar, tartışmacı, dedikoducu, enaniyetli bir yapı ortaya çıkar. Bu ahlakı yaşayan kişiler, Allah’ın çirkin görüp Müslümanları sakındırdığı bütün bu kötü ahlak özelliklerinden kendileri de zarar gördükleri halde, sırf çevresindeki insanların çoğu bu şekilde yaşadığı için ve belki de aksi şekilde tavır gösterdiklerinde ezileceklerini, altta kalacaklarını, haklarını koruyamayacaklarını sandıkları için hayatları boyunca bu çirkin sistemin içine hapsolurlar. Allah bir Kuran ayetinde çoğunluğa uymanın nasıl bir sonuca sebep olacağını şu şekilde bildirmektedir:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.' (En’am Suresi, 116)

nature6 _9_Halbuki samimi bir Müslümanın farkını ortaya koyan en önemli konulardan biri budur. Bir Müslüman doğruyu ve yanlışı ayırt etmek için hiçbir zaman çoğunluğu esas almaz. Herhangi bir şeyi insanların çoğunluğu doğru dediği için doğru, yanlış dediği için de yanlış olarak değerlendirmez. Müslüman her olayı Kuran’a ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine göre değerlendirir. Allah Kuran’da bir tavrı, bir olayı yanlış ve çirkin olarak bildirmişse, isterse bütün dünya o tavrı göstersin Allah’a iman eden bir mümin asla bu çirkinliğin kendi üzerinde oluşmasına müsaade etmez. Allah’ın Kuran’da övdüğü bir tavrı da isterse dünya üzerindeki kimse uygulamasın, Müslüman gururla ve şerefle uygular. Müslümanın Kuran ahlakına tezat oluşturacak basit bir tavrı asla olmaz. Asil tavrını her ortamda, her şartta korur. Kendisine en çirkin ahlakla yaklaşıldığında dahi, karşısındaki kişiye rahmani ve Kuran ahlakına uygun bir yaklaşımda bulunduğu zaman her zaman üstün geleceğini, Allah’ın kendisini koruyacağını bilir. Allah’ın “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran, 139) ayetinde bildirdiği gibi, iman ettiği için ahlaken üstün ve asil olduğunun şuurundadır.

Bir Müslümanın çoğunluğa uymaması, toplumun genelinde gördüğü  herşeyden yüz çevirmesi, çoğunluğun yaptığı herşeyin kötü ve çirkin olduğu anlamına da gelmemektedir. Müslüman çevresinde gördüklerini Kuran’a göre değerlendirir, Kuran’a uygun olmayan yönleri eler, Kuran ahlakına uygun olan, estetik bulduğu yönleri de güzel görür. Mesela bir insanın ahlakının belli bir yönünde eksiklik olabilir, öfkeye yatkın bir yapısı olabilir. Ama aynı zamanda çok fedakar olabilir. Böyle bir durumda sırf bir kişinin öfkeli yapısı var diye bütünüyle o kişinin her yönünü kötü kabul etmek, fedakar yönünü görmemek doğru olmaz. Müslüman bu kişinin güzel yönlerini takdir ederken, kötü ahlaka ait özelliklerini de güzel sözle ve hikmetli anlatımlarla uyararak düzeltmeye gayret eder.

Müslüman akılcı ve dengeli bir ruha sahiptir. En zor ortamda bile tutulsa, her türlü olumsuzluğun arasından tek bir tane güzelliği gözü hemen seçer ve ruhu hemen o güzelliğe yönelir. Çünkü heryerde, herşeyde tecelli edenin Allah olduğunu bilir, güzelliklerin Allah’tan bir nimet olduğunu bilir. Çevresindeki kişilerde gördüğü olumsuz ahlak özelliklerini Allah’ın bir hikmetle, ibret alıp sakınması için; güzellikleri de görüp beğenip örnek alması için özel olarak yarattığını anlar. Bu nedenle bir Müslümanın çoğunluğa uymamaktaki kastı, insanların çoğunluğunda gördüğü bütün özellikleri külliyen reddetmesi şeklinde değil, olumsuz gördüğü Kuran ahlakına uygun olmayan ahlak özelliklerinden yüz çevirip, Kuran'a uygun güzel olan detayları da beğenip kendi üzerinde hayata geçirmesi şeklinde olmalıdır.




5 Haziran 2014 Perşembe

Bağnazlar Kuran'da Olmayan Haramlar Uydurur, Bunlara Kendileri de Uymazlar


(Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar. (Hadid Suresi, 27)

Bağnazlık, Allah’ın gönderdiği dini değil atalarından öğrendiği müşrikliği ve batıl hükümleri yaşamak üzerine kurulu bir sistemdir. Tarih boyunca tüm Peygamberler sadece dinsizliğe karşı değil, kendi dönemlerinin bağnazlarına, müşriklerine karşı da mücadele etmişlerdir.

Bağnazların en önemli özelliklerinden biri de haşa Peygamberleri beğenmemeleri, dinin kolay olmasına inanmamaları, Allah’ın haram kıldıkları dışında haramlar belirlemeleridir. Bir ayette müşriklerin bu özelliği şöyle bildirilir:

Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. (Nahl Suresi, 116)

Oysa helal ve haram Kuran’da çok açık bildirilmiştir. Helal dairesi çok geniştir, din kolaydır. Müslümanlar Allah’ın bildirdiği sınırlar içinde alabildiğine özgür yaşarlar. Rabbimiz “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez” (Bakara Suresi, 185) buyurmuştur. Bağnazlar için ise, din ne kadar zorsa o kadar makbuldür. Zorlaştırmak için de Peygamberimiz (sav) ve sahabeden gerçek dışı örnekler verirler. Bu gerçek dışı örneklere uymayanların da Peygamberimiz (sav)’in şefaatine nail olamayacağını, hatta kafir olacağını iddia ederler. Hatta kendi uydurdukları bu batıl sisteme uymayanlarla “harp edilmesi” gerektiğini söylerler. Böylece kendi kendini kilitleyen bir yapı oluşturmuş olurlar. 

Sünnet-i müekkedeyi (peygamberimizin sürekli yaptığı ameller) terk etmek harama yakındır. Şefaatten mahrum kalmayı gerektirir. Çünkü Rasûlullah (sav): “Her kim benim sünnetimi terk ederse şefaatime nail olmaz” buyurmuştur.

Sünneti ısrar ve devam üzere terk edenler hakkında İmam Muhammed; “harp edilir”, İmam Ebû Yusuf ise “tedip olunur (cezalandırarak terbiye edilir)” demiştir.

Ehl-i sünnet imamlarımız dediler ki; bir kimseye “tırnaklarını kes” denilse ve o kimse de sünnetten yüz çevirme kastıyla “yapmam” dese, kâfir olur. (İbni Hacer Heytemi)

Bağnazlar bu sözleriyle Peygamberimiz (sav)’e de iftira etmiş olurlar. Unutmamak gerekir ki, Peygamberimiz (sav)’in sünneti Kuran’dır. Resulullah (sav), Kuran’a uygun olmayan hiçbir şey asla söylemez ve yapmaz.

Bağnazların oluşturduğu bu batıl sistemin en kötü yanlarından biri ise kendilerinin de anlattıklarına uymamalarıdır. Kuran’da olmayan haramlar, yasaklar uydurur, bu yasaklara kendileri de uymaz, yasaklara uymadıkları için de sürekli eziklik  içinde yaşarlar. Çünkü kendilerinin samimiyetsizliklerine kendileri şahit olmuş olurlar. Bu duruma bazı örnekler verebiliriz: 

Bağnazlar gülmek haram derler, ancak kendi sohbetlerinde bol bol güler, şakalaşırlar

“Az gül. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür (katılaştırır).” (Tirmizî, Zühd, 2; İbn Mace, Zühd, 19)

“Kahkaha şeytandır.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)

 “(Aşırı) şakalaşmalardan, mizahtan sakının; çünkü o insanın yüzünün suyunu giderir.” (İman ve Küfür Kitabı / Usul-u Kafi kitabı / El-Kuleyni, S.1068)

Oysa az gülmek ve mutsuzluk Kuran’a göre Allah’ın kafirlere ve münafıklara verdiği bir beladır:

Öyleyse kazandıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar. (Tevbe Suresi, 82)

Mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orada (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır. (Hud Suresi, 106)

Müminler ise Allah’ı çok sevmenin, Allah’ın verdiği nimetleri görüp şükretmenin sevincini yaşarlar. Allah’ın yarattığı her şeyin hayır olduğunu bilmenin neşesini ve konforunu yaşarlar. Hem dünyada hem ahirette mutluluk içindedirler.

Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. (Mutaffifin Suresi,  24)

Bağnazlar kadın erkek bir arada bulunması haram derler. Ancak her gün otobüste, minibüste, okulda, iş yerinde kadınlarla iç içe yaşarlar. İnternette de hanımlar beylerle, beyler hanımlarla samimi sohbet eder, dostluklar kurarlar.  

"Bir erkekle (yabancı) bir kadın baş başa kalmasın ki onların üçüncüsü şeytan olmasın." (Tirmizî rivâyet etmiş, Elbânî de "Sahîhu'l-Câmi'; hadis no: 2165'de hadis sahihtir, demiştir.)

Gençlik, delilikten bir şubedir, kadınlar da şeytanın tuzağıdır. (E.Nuaym)

"Sizden birinizin başına demirden bir iğne batırılması, kendisine helal olmayan (yabancı) bir kadına dokunmasından daha hayırlıdır." (Taberânî ve Beyhakî, Ma'kal b. Yesar'dan rivâyet etmiş, Elbânî de 'Sahîhu'l-Câmi'; hadis no: 5045'de hadis sahihtir, demiştir.)

Kadınlarla tokalaşanın cehenneme gireceğini iddia ederler ancak iş yerlerinde, okullarda, toplantılarda kadınlarla tokalaşırlar.

 (kadınlar) toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, Cehenneme sokulur. Lüzumsuz ve şehvetle konuşan, her kelimesi için, bin yıl Cehennemde kalır. (R. Nasıhin)

Kadının yüzüne dahi bakılması haram derler, pek çok yerde aynı ortamda bulunur, yüzüne bakarak konuşurlar, hatta şakalaşırlar. Televizyon programlarında hanımların yüzüne bakarak konuları anlatırlar.

Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur. (Ebu Davud, Darimi)

Kuran’a göre kadın ve erkeğin yan yana gelmemesi diye bir hüküm yoktur. Peygamberimiz (sav) döneminde de hanım ve erkek sahabe birlikte savaşa katılmışlardır. Hatta aynı kaptan abdest almışlardır. Hacda kadınlar ve erkekler bir arada ibadet etmektedir. Allah’ın haram kıldığı, kadın ve erkeğin aynı ortamda bulunmaması değil,  gayri meşru ilişkidir.

Nitekim Yusuf kıssasında, Hz. Yusuf Vezirin evinde yaşamakta, bu evde Vezirin eşi de bulunmakta ve Hz. Yusuf ile Vezirin eşi aynı ortamlarda yer almaktadır. Hatta Vezirin eşi şehrin önde gelen hanımlarını çağırdığı toplantıda Hz. Yusuf da da bulunmuş, hanımlar Hz. Yusuf’un güzelliğinden müthiş etkilenmişlerdir. Bu etkilenmeyle ellerindeki meyveyi yerine ellerini kesmişlerdir. Hz. Yusuf Vezirin eşi ile konuşmakta, sohbet etmektedir. Ancak gayri meşru ilişkiye asla tenezzül etmemiş bundan şiddetle kaçınmış, kendisini korumuştur.

Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez."


Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle Biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı. (Yusuf Suresi, 23-24)

(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) "Çık, onlara (görün)" dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: "Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir" dediler. (Yusuf Suresi, 31)

Hz. Musa kıssasında da Hz. Şuayb’ın kızları Hz. Musa’nın yanına gelip onunla konuşmuşlar, ondan yardım istemişlerdir. Hz. Musa kendilerine yardım ettikten sonra, Hz. Musa’yı babalarıyla tanıştırmaya da onlar götürmüşlerdir. Babalarına Hz. Musa’nın güvenilir ve güçlü biri olduğunu anlatmışlardır.

Medyen suyuna vardığı zaman, su almakta olan bir insan topluluğu buldu. Onların gerisinde de (hayvanları su başına götürmekten çekinen) iki kadın buldu. Dedi ki: "Bu durumunuz ne?" "Çobanlar sürülerini sulamadıkça, biz sürülerimizi sulayamayız; babamız, yaşı ilerlemiş bir ihtiyardır." dediler.

Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım."

Çok geçmeden, o iki (kadın)dan biri, (utana utana) yürüyerek ona geldi. "Babam, bizim için sürüleri sulamana karşılık sana mükafaat vermek üzere seni davet etmektedir." dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: "Korkma" dedi. "Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun."

O (kadın)lardan biri dedi ki: "Ey babacığım, onu ücretli olarak tut; çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı gerçekten o kuvvetli, güvenilir (biri)dir." (Kasas Suresi, 23-26)

Hz. Süleyman Sebe melikesine tebliğ yapmış, aynı ortamlarda bulunup sohbet etmişlerdir. Hatta Hz. Süleyman Sebe melikesi için havuz görünümünde bir zemin hazırlamış, Sebe melikesi bu zemini görünce Hz. Süleyman’ın yanında eteğini yukarı doğru çekmiştir. Sebe Melikesi Hz. Süleyman’a “Süleyman” diye ismiyle hitap etmektedir.

Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44)

Peygamberimiz (sav) de Ukaz Panayarında kadın erkek ayırt etmeden herkese tebliğ yapmıştır. Kadınlarla sohbet etmiştir. Müslüman olan kadınlar da her zaman Peygamberimiz (sav) ile çok rahat bir diyalog içinde olmuşlar, her konuyu rahatça onunla konuşmuşlardır. Dolayısıyla bağnazların öne sürdüğü kadını dışlayan ve kadınla konuşmayı, görüşmeyi haram kılan bir yapı Kuran’da yoktur.

Bağnazlar resim haram derler. Ancak okudukları ve yazdıkları tüm dergilerde, gazetelerde, internet sitelerinde resim vardır.

“Cehennemde en şiddetli azaba uğratılacak kişiler ressamlardır.” (Buhari-Tesavir, 89)

"Kim resim yaparsa, Allah onu Kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh üfleyinceye kadar azap eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici değildir." (Kütübi Sitte, Hadis No: 2168)

Fotoğraf çektirmenin haram olduğunu söylerler, ama sürekli kendi fotoğraflarını çekip sosyal medyada paylaşırlar. Fotoğrafın asılmasının da haram olduğunu iddia ederler, ancak iş yerlerinde evlerinde, siyasi toplantılarda her yerde asılı fotoğraflar vardı.

Mevdudi diyor ki: Liderlerin fotoğrafları ya da posterleri, miting ve yürüyüşlerin fotoğrafları hiçbir şekilde caiz değildir ve hakiki gereksinim ve zaruret tanımı içerisinde bulunmamaktadır. Özellikle liderlerin fotoğrafları Allah'ın kullarını, fotoğrafın haram kılınmasına neden olan tehlikeye oldukça yaklaştırmaktadır.

“Allah'ın yanında azabı en şiddetli olan insanlar tasvircilerdir (resim yapanlar veya fotoğraf çekenler).” (Müslim 6:369).

Oysa Kuran’da resmin ve fotoğrafın haram olduğuna dair tek bir ayet yoktur. Resim de fotoğraf da Allah’ın sanatının güzel birer yansımasıdır. Eğer bir insan haşa ilahlık iddia ederek resim yapıyor veya fotoğraf çekiyorsa, bu o kişinin akıl zayıflığını ve ahlaksızlığını gösterir. Bir kişinin yanlış bir mantıkla hareket ediyor olması, Allah’ın sanatının milyonlarca insana ulaşmasına vesile olacak bir güzelliğin engellenmesine asla sebep değildir.

Bağnazlar müzik dinlemenin haram olduğunu iddia ederler. Ancak kendileri müzik dinler, hatta sosyal medyada paylaşırlar. Düğünlerde, asker uğurlamada vs hep birlikte müzik dinler, halay çeker, dans ederler.

“Her kim, bir mûsikî meclisinde bir şarkıcı kızın söylediği şarkıyı dinlerse ahiret günü onun kulaklarına erimiş kurşun dökülecektir.”

Musiki dinleyen bir kişiye cennette ruhanileri dinleme izni verilmez. (Kurtubi 14/53)

Allah şarkıyı, onun alışverişini, parasını, öğretmeyi ve dinlemeyi haram kılmıştır. (Muhammed Gazali, Nebevi Sünnet)

“Şarkı kalpte nifak bitirir.” (Ebu Davud)

“Müzik-şarkı, zinaya götüren bir merdiven gibidir.”
(Bihar-ül Envar, C.79, S.247)

Müzik, Allah’ın insanlara sunduğu en güzel nimetlerden biridir. Ruha hitap eden bu güzellik, müminlerin şükrüne ve Allah’a yakınlaşmalarına vesile olur. Cennette de müziğin en güzeli olacaktır. Bir şarkının sözünde dine uygun olmayan ifadeler varsa o ifadeler elbette dinlenmez, ancak bu tüm şarkıların haram kılınmasını gerektirmez. Kuran’da da müziğin haram olduğuna dair ayet yoktur. 

Bağnazlar şiirin haram olduğunu söylerler, ancak kendileri de şiir okurlar.

 “Sizden birinizin içinin ... kanla dolu olması şiirle dolu olmasından daha hayırlıdır.” M. Mesabih 4/4809

Bağnazlar sakal kesmek haram derler, ancak her sabah işe giderken sakallarını keserler, çoğunun sakalı yoktur.

"Saç ve sakal keserek müsle yapanın (uzuv kesenin- sakal kesmeyi uzuv kesmek olarak değerlendiriyorlar) Allah Katında nasibi yoktur."

El-Menhelü’l-‘azbul Mevrud” isimli kitapta şöyle zikredilmiştir: “Sakal tıraşı müçtehid imamlar olan Ebu Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafi ve İmam-ı Ahmed ve diğerleri indinde haramdır. Ayet ve hadislerden hüküm çıkarma görevinde bulunan bütün fukahanın sözleri sakal tıraşının haram olduğu hakkında açıktır.” (el-Menhel:1/186-188)

Sakalı kesmek Hz.Peygamber (sav) Efendimizin şekil ve şemalinden çıkmaktır. Allah’ın Resulü sakalını hiç kesmemiştir. Hz. Peygamber (sav) Efendimiz sakalsız elçilerden tiksinirdi. Bir seferinde, huzuruna çıkan Yemen elçilerinin sakalsız hallerini görünce tiksinmiş ve yüzünü çevirmiştir.

Görüldüğü gibi bağnazlık dinde olmayan yasaklar oluşturup bu yasaklara kendisi de uymayan bir sistemdir. Kendi elleriyle oluşturdukları batıl dini kendileri de gereği gibi yaşamazlar. Bu, kendilerini münafık gibi görüp, sürekli eziklik içinde yaşamalarına sebep olur. Bu sebeple samimi olarak dine ve Allah’a yönelmezler.

Bu batıl sistemin içinden çıkmanın tek yolu Kuran’a tam tabi olmaktır. Kuran’a tam uyan kurtulmuş olur. Unutmayalım, Allah’ın dini kolaydır, Allah kulları için zorluk ve zulüm sistemi dilemez:

Allah adına gerektiği gibi mücadele edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)