21 Ocak 2016 Perşembe

İman etmeyenler Müslümanlara neden gizli bir hayranlık duyarlar?


Müslümanlar Kuran ahlakını samimi olarak yaşayan kişilerdir ve, “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran Suresi, 139) ayetinin bir tecellisi olarak girdikleri ortamlarda hal ve davranışları ile hemen dikkat çekerler. Kaliteli ve asaletli duruşları, her konuda kendini belli eder. Bunun bir sonucu olarak da bu kaliteyi görenler, Müslümanlara imrenir ve bu takdirlerini dile getirirler. Bazı insanlar ise kimi zaman kıskançlıkları veya kibirleri dolayısıyla aslında Müslümanlara hayranlık duymalarına rağmen tamamen farklı davranmaya çalışırlar. Müslümanlar hakkında olumsuz, küçümseyen konuşmalar yaparak, alaycı ifadeler kullanarak bu hayranlıklarını gizlemeye çalışırlar. Ancak Müslümanlara duydukları hayranlık bir şekilde dışarı yansır. Bu yansıma kimi zaman espriler, imalar ve üstü kapalı ifadelerle kimi zaman da açık ifadelerle ortaya çıkar. Müslümanlar her alanda Allah’ın izniyle bir üstünlük içindedir. Çoğu zaman belli edilmese dahi bu güzel ahlaklı insanlara karşı içten içe böyle bir hayranlık her zaman mevcuttur.

İman Etmeyenlerin Müslümanlara Gizli Bir Hayranlık Duymalarının Sebepleri

1 - Din Ahlakını Yaşamak Konusundaki Kararlılıklarından Dolayı …

İman etmeyen insanlar, yollarına çıkarılan birkaç engelle ya da aldıkları olumsuz birkaç eleştiriyle, gönülden inandıklarını iddia ettikleri bir konuda dahi çelişkiye düşebilirler. Dolayısıyla kendileri için önemli olan konularda bile kararlılık gösteremez ve diğer insanlardan etkilenirler. Kendilerinde göremedikleri bu kararlı ahlakı gösterebilmek için güçlü bir inanca sahip olunması gerektiğini bildikleri ve müminlerin şartlar ne olursa olsun kararlılıkla din ahlakına göre yaşadıklarına ve Allah’ın yoluna her geçen gün daha güçlü bir şekilde bağlandıklarına şahit oldukları için de bundan etkilenir ve müminlere karşı içten içe gizli bir hayranlık duyarlar.

Müminlerin bu vasıflarının kaynağı, kuşkusuz ki Allah’a olan güçlü imanları ve O’nun rızasını aramakta gösterdikleri titizliktir. Hiçbir zorluk, tek amaçları Allah’ın rızasını kazanmak olan müminleri, O’nun emirlerini yerine getirmekten alıkoyamaz. Bir mümin alabildiğine kararlı bir tutum ile hayatı boyunca gittikçe artan bir şevk ve azim içinde kulluk görevini yerine getirir ve Allah’ın izniyle O’nun emrettiği güzel ahlakı yaşamaktan vazgeçmez.

Kesin bir kararlılık ve güçlü bir irade; imanla, hidayetle ve tevekkülle birlikte gelen üstün bir mümin özelliğidir. Çünkü Allah’a tevekkül etmiş ve kadere iman etmiş bir kişi, hiçbir zorluk ve sıkıntı karşısında yılgınlık göstermez ve mücadele azmini yitirmez. Herşeyi yapanın Allah olduğunu bildiği için şevk ve heyecan içinde karşısına çıkan her ecir fırsatını değerlendirir ve hayırlarda yarışır. Çünkü müminler, Kuran’da “Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki-Allah ile yaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler.” (Ahzab Suresi, 23) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah’ın rızasını kazanmak için ölünceye dek aynı kararlılık ve istikrarı gösteren kişilerdir.

2 - Olumsuz Gibi Görünen Olaylarda Dahi İtidalli ve Tevekküllü Davrandıkları İçin…

Evrendeki her varlığın Allah’ın kontrolünde olduğunu bilen bir mümin, hayatının her anında Allah’a güven duymanın ve teslimiyetin huzurunu ve mutluluğunu yaşar. İman etmeyenler içinse dünya, her an bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaşılabilecek bir kargaşa ortamıdır. Hiçbir zaman tam bir güven ve huzur duyamazlar. Hoşlarına gitmeyen en ufak bir olayda itidallerini kaybederek moralleri bozulur. Bu nedenle de olumsuz gibi görünen bir olay karşısında itidalli ve tevekküllü bir ahlak sergileyen müminlere gıpta ederler. Müminlerin nasıl bu şekilde güçlü davranabildiklerini anlamaya çalışırlar. Oysa iman etmeyen insanlar şuuruna varamasalar da Allah insanları kolay olana davet eder. Her insanın ihtiyacı olan huzur ve mutluluğu yaşamak çok kolaydır. Tek yapılması gereken, kadere teslim olup Allah’a sonsuz bir güven duymak, tam bir teslimiyetle teslim olmak ve “Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır...“ (Rum Suresi, 30) ayetiyle bildirildiği üzere insanın yaratılışına uygun olan din ahlakını yaşamaktır. Allah’a duyulan güven ve teslimiyet yani tevekkül, iman edenlerin hayatları boyunca yaşadıkları büyük bir konfordur. Mümin, her olayın Allah’ın kontrolü dahilinde gerçekleştiğini bilir. Bu yüzden hiçbir olay karşısında sıkıntı, üzüntü ya da yılgınlık hissetmez. Hayatı boyunca karşılaşacağı her olay kaderindedir ve kaderini Yüce Allah belirlemiştir. Bu yüzden de mümin için hiçbir zaman “kötü” bir olay olamaz. Bazı olaylar o an için zahiren kötü gibi gözükse de, “...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) ayeti gereği, iman eden bir kimse Allah’ın kendisi için en hayırlısını dilemiş olduğundan emin olur ve Allah’a sonsuz bir güven duyar. www.Kuranahlaki.com

3 - Zorluk Anlarında Birbirlerine Daha da Güçlü Kenetlendikleri İçin…

Allah’a ve ahirete inanmayan insanların birlikteliklerinin temelinde genellikle dünyevi değerlere verilen önem ve yine dünyevi menfaatlere yönelik beklentiler vardır. Bu kimseler, bir araya gelmekle bir anlamda karşılıklı bir menfaat anlaşması yapmış olurlar; taraflar karşılıklı olarak birbirlerine destek olur ve böylece ortak menfaatler elde etmeye çalışırlar.

Bu ittifaka dahil olan kimseler, birlikteliklerinin karşılıklı bir güven ya da dostluğa dayanmadığını ve her ne kadar dile getirilmese de bu ittifakın birtakım şartlara dayalı olduğunu bilirler. Taraflardan birinin menfaat sağlayıcı vasfı ortadan kalktığında, ittifak da ortadan kalkar. Çünkü kurulan bu ittifak, sadece bir güç birliğinden ve menfaat beklentisinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla da beklentiler yok olduğunda kurdukları sözde birliğin bozulması da son derece doğaldır.

İnsanlar arasında gerçek bir dostluk ve ittifakı sağlayabilecek yegane güç olan tesanüd bağının meydana gelmesi ise ancak samimi iman ile mümkündür. İman sahipleri birbirlerini, araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için birbirlerinin dostu olurlar. Bu dostluklarıyla, sağlam bir ittifakın temelini oluştururlar. İman etmeyen insanları imrendiren de zorluk anlarında daha da kuvvetlenen bu ittifaktır. Temeli Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu bağın bozulması Allah’ın izniyle hiçbir şekilde mümkün değildir. Yüce Allah iman edenlerin, Kendi yolunda birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak hareket ettiklerini şöyle bildirmiştir:

“Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4)


4 - Kıskançlık ve Rekabetten Uzak Durdukları İçin…

Kıskançlık, bazı insanların dünyaya olan bağlılıklarından kaynaklanan önemli bir tavır bozukluğudur. Kıskanç insanlar başkalarının iyiliğinden, güzelliğinden ya da başarısından zevk almak, mutlu olmak yerine bunlardan sıkıntı duyarlar. Kıskandıkları insanların imkana kavuşmaları onları mahzunlaştırır ve içten içe üzer. İçlerindeki bu hırs en çok da kendilerine zarar verir.

Dünya hayatının geçici bir imtihan mekanı olarak yaratıldığını kavramış olan müminlerin, bu dünyanın geçici süslerine karşı kıskançlığa kapılması mümkün değildir. Örneğin sırf zengin, iyi görünümlü ya da iyi imkanlara sahip diye bir insana karşı kıskançlık duymak, Kuran ahlakıyla bağdaşmaz. Yalnızca kaderi, tevekkülü, dünya hayatının gerçeğini ve herşeyi yaratanın Allah olduğunu kavrayamamış insanlar, rekabet ve hırs gibi duygulara kapılarak hareket ederler. Bu gerçeği bilmek ise mümini böyle bir hataya düşmekten alıkoyar. Bu güzel ahlakları, iş ilişkilerinden, aile ilişkilerine, arkadaş çevrelerinden en önemlisi iç huzurlarına kadar birçok konuda müminleri olumlu olarak etkilediği için de onların bu ahlakını gözlemleyen diğer insanlarda hayranlık duygusu uyanır. Kıskançlık ve rekabet gibi kişiyi birçok konuda geri düşüren tavır bozukluklarıyla vakit kaybetmeyen ve kendilerini yaptıkları işe odaklayan müminler, böylece iman etmeyen insanlardan her bakımdan üstün ve önde olurlar. (http://www.islamadonus.com)

5 - Görünümleri ve Konuşma Adapları ile Her Zaman Kaliteli Oldukları İçin…

pembegulİnsanlar yaratılışları gereği, yumuşak bir tonda, başkalarını rahatsız etmeyen, incitici olmayan, alçak gönüllü bir üslupta yapılan sohbetlerden büyük bir zevk alırlar. İki tarafın fikirleri aynı doğrultuda olmasa dahi, uzlaşmacı ve saygılı bir üslupla yapılan sohbet daima olumlu bir etki uyandırır, kalbi teskin eder ve kalıcı dostluklara zemin oluşturur.

Müminler de güzel ahlaklarının bir gereği olarak konuşmalarında son derece ölçülü ve saygılı bir üslup kullanırlar. Karşılarındaki kişinin yaşı, kültür düzeyi, zeka ya da akıl seviyesi, zengin ya da fakir olması onların bu üslubunu değiştirmez. Rabbimiz’in Kuran’da bildirdiği “… Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf Suresi, 76) ayeti gereği örnek bir tevazuya sahip oldukları için, karşılarındaki kişilerin düşüncelerine değer verirler.

Müminlerin etki uyandıran bu konuşma adaplarını daha da etkili kılan ise kuşkusuz dış görünüşleridir. Ruh güzelliğinin en önemli özelliklerinden biri bu iç güzelliğinin sahip olan kişinin dış görünüşüne de yansımasıdır. Kuşkusuz dış görünüşle kastedilen öncelikli olarak, Allah’ın ruh güzelliğine sahip olan kullarına nasip ettiği nurdur. Bu nur, aynı zamanda her görende etki meydana getiren ve kişiye güven duyulmasına vesile olan bir rahmettir. Samimi ve tevazulu bir mümin, Allah’a tevekkül etmenin, fıtratına uygun olan Kuran ahlakını yaşamanın getirdiği rahatlık, huzur ve imanının etkisiyle göze çok heybetli görünür. Tüm bu üstün özelliklerin ve ayrıcalıkların bir sonucu olarak da hikmetli konuşan ve Allah’ın nurunu üzerinde taşıyan müminlerle karşılaşan kimseler, büyük bir hayranlık duygusuna kapılırlar. Müslümanların samimiyetlerinden, yüksek kişiliklerinden ve üstün ahlak kalitelerinden ciddi şekilde etkilenirler. Böylece iman sahipleri gösterdikleri tavırlar ve yaptıkları konuşmalarla Allah’ın dilemesiyle pek çok insanın kalplerinin imana ısınmasına ve imana yaklaşmasına vesile olurlar.

Sonuç: İnsanın Fıtratı Güzel Ahlaka Hayranlık Duyacağı Şekilde Yaratılmıştır

İnsan ruhu, güzellikten zevk alacak şekilde yaratıldığı için her zaman en kusursuz olanı ve mükemmeli arar. İman etmeyen insanların müminleri gördüklerinde hayranlık duymalarının ana nedeni de budur. Yaşları, meslekleri, sosyal konumları her ne olursa olsun, Kuran ahlakına göre yaşamayan insanlar, müminlerin sergiledikleri samimi din ahlakı karşısında gizli ya da açık daimi bir hayranlık duyarlar. Bu tarih boyunca böyle olmuştur ve bundan sonra da Allah’ın izniyle böyle olacaktır.

Ayrıca unutulmamalıdır ki iman etmeyen insanların -çoğu şuurunda olmasa da- aslında hayranlık duydukları Allah’ın bildirdiği Kuran ahlakıdır. Müminler Kuran ayetlerinde bildirilen üstün ve kaliteli ahlak vesilesiyle, imanları olgunlaştıkça diğer insanlarda daha da gıpta uyandıran bir ahlak ve görüntü sergilerler. Bir ayette Rabbimiz tarafından bir öğüt ve hidayet rehberi olarak indirilen Kuran’ın bu vasfı şöyle bildirilmiştir:

“… -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur’an dinledik.” (Cin Suresi, 1)


Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e Yüzyıllar Boyunca Artarak Duyulan Hayranlık

Yüce Rabbimiz Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e en son hak kitap olan Yüce Kuran-ı Kerim’i vahyetmiş ve onu güzel ahlakı, takvası ve Allah’a olan yakınlığı ile tüm insanlara örnek kılmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in kendisine risalet geldikten sonra hayatının sonuna kadar sürdürdüğü kutlu tebliği bugün de tüm dünyayı aydınlatmaya devam etmektedir. Bu gerçek, sık sık dünya basınının da gündemini oluşturmaktadır. Başta BBC olmak üzere pek çok televizyon kanalı Hz. Muhammed (s.a.v.)’i anlatan belgeseller yayınlamış, özel konukların davet edildiği sohbet programları düzenlemiş ve Resulullah (s.a.v.)’i anlatan programlar hazırlamıştır.

Dünyada pek çok ilim adamı ve düşünürün kitapları Resulullah (s.a.v.)’in şahsı, ahlakı ve günümüz insanının ona olan ihtiyacı gibi konularda takdir ve hayranlıklarla doludur. Örneğin Fransız dergisi “Le Point” Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i yılın insanı olarak seçmiş ve ünlü tarihçi Michael H. Hart “Tarihte En Önemli 100 Kişi” adını verdiği kitabında kendisinden övgü ile söz ettiği Hz. Muhammed (s.a.v.)’i “1 numaralı” sırada göstermiştir. Kitabında şu sözlere yer vermektedir:

“Tarihte hem devlet hem de din alanında mutlak anlamda başarılı olmuş tek insan O’dur. Devlet ve dini etkinin tarihteki eşi görülmedik bir şekilde birleşmesi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tarihin en etkili şahsı olmasına yetmektedir.” (Michael H. Hart, The 100, A Ranking Of The Most Influential Persons In Hıstory, New York, 1978)

Diğer ünlü devlet adamı, düşünür ve yazarların Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hayranlık dolu ifadelerinden bazıları ise şöyledir:

“Hz. Muhammed (s.a.v.)’in mirası açıktır ki ektiği tohumdur. Bu; onun erdemliliği, dürüstlüğü, güvenilirliği, örnek davranışları, siyasi liderliği, bireysel olarak örnek bir insan oluşu ve zamanında kimsenin izin vermediği fakat kendisinin gerçekleştirdiği büyük başarılar, yenme gücü ve nefsinin onu yenmesine izin vermemesidir. Her şeyden öte örnek alınacak büyük bir insandır.” (Uluslararası İnsan Hakları Hukuku Enstitüsü Başkanı Prof. Cherif Bassiouni)

“Olağanüstü canlılığından dolayı Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dinine daima değer verdim. Bu din bana varlığın ve hayatın değişen çehresini özümseyebilen ve her çağa hitap edebilen tek din olarak görünüyor. O harika Zat’ı da inceledim ve o bana göre “İnsanlığın Kurtarıcısı” olarak çağrılmalıdır. İnanıyorum ki onun gibi biri modern dünyada hükümdarlığı ele geçirecek olsa, bu dünyanın en çok ihtiyacı olan barış ve mutluluğu sağlayacak bir tarzda, bütün sorunları çözer. Bir öngörüm var: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in inancı yarının Avrupası’nda kabul görecektir. Nitekim bugünün Avrupası’nda kabul görmeye başlamıştır.” (1935’te Nobel Edebiyat ödülünü almış olan İrlandalı yazar Bernard Shaw) (George Bernard Shaw, The Genuine Islam, 1936, 1: 8)

“Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed (s.a.v.).

Kur’an Allah’ın kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.” (19. Yüzyıl Alman İmparatorluğu Şansölyesi, Prens Bismark)

 “İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan (Hz. Muhammed (s.a.v.)’den) daha büyük bir insan bulunur mu?” (Fransız Tarihçi ve Yazar Lamartine) (Lamartine, Historie de la Turquie, Paris, 1854, Vol. 11)

“Bütün zamanların en büyük lideri Hz. Muhammed (s.a.v.) idi.” (Jules Masserman, Chicago Üniversitesi) (Jules Masserman, Who Were History’s Great Leaders? , Time Magazine. July, 15, 1974)


Kuran ahlakından uzaklaşan toplumlar gerçek sevgiden de uzaklaşırlar


Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda insanlar arasında samimiyetsizlik, kıskançlık, başkasına zarar verme isteği,  düşmanlık ve öfke gibi her türlü negatif ahlak ve tavır en yaygın şekliyle yaşanır. Kuran ahlakından uzak olan insanlar birbirlerini samimi olarak sevemezler ve saygı duyamazlar. Dolayısıyla birbirlerine karşı olan tavırlarında gittikçe mekanik bir hal alırlar. Fedakarlıktan, candanlıktan, samimi sevgiden uzak bu model aslında toplum açısından da çok tehlikelidir. Cinayet işleyen, insanları yaralayan,  kavga çıkaran, taşkınlık yapan, hırsızlığa eğilimi olan ahlaksız insanların tamamı sevginin güzelliğini yaşamayan, din ahlakının  getirdiği maneviyattan uzak olan insanlardır. 

Fakat insanlar genellikle bu tehlikenin çapını ilk başta tam anlamayabilirler. Çünkü insaniyetten yoksun bu yapı toplum içerisinde ani, beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmaz. Zaman içerisinde din ahlakının getirdiği güzel ruhtan uzaklaşan insanlar birbirlerine saygı ve sevgi göstermekten de uzaklaşırlar. Bu güzelliklerin önemini anlayamayacak bir hale gelirler. Gittikçe insan sevgisi daha da azalır ve bunun örnekleri birçok olayda açıkça görülür. Mesela insanlar önce birine yardım ederken, daha sonra yardımseverliği kendi çıkarından ödün vermek olarak kabul edebilir. "Şimdi bundan benim ne gibi bir menfaatim olacak?" şeklinde şeytani bir düşünceye kapılabilir. O anda maddi bir çıkarı olmadığını gördüğünde de kendi mantığınca yardım etmenin veya fedakarlık yapmanın bir anlamı olmadığı gibi son derece yanlış bir inanca kapılabilir. Böylece yalnızca kendi menfaatlerini kollamaya çalışan insan modelleri gelişir. Şefkatin, merhametin ve kardeşliğin yerini öfkenin, kavganın, düşmanca hislerin aldığı böyle bir toplumda suç oranlarının artması ve insan ilişkilerinin bozulması da son derece doğaldır. 

 Nitekim bu duruma bir örnek vermek gerekirse; İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nin katkısıyla hazırlanan ve çok geniş kapsamlı yapılan bir araştırmaya göre, İngiliz toplumunda yaşanan sosyal sorunlar ve gençlerin karşılaştıkları riskler çok ciddi boyutlardadır. Raporda açgözlülük, bencillik ve bireysellik kültürünün, çocukların yaşamını olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Bu yüzden de ailelerin ve çocukların sevgi ve ahlaki sorumluluklar konusunda temel eğitimden geçirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Araştırmada ebeveynlerin kişisel hırslarının çocukları olumsuz etkilediği de vurgulanmıştır. Buna göre toplumdaki  sorunun temelinde “aşırı bireysellik” vardır. Sosyoloji uzmanlarının bu araştırma sonucunda vardığı sonuç şu olmuştur; “bireyselliğin yerini ahlaki değerlerin alması gerekmektedir” ve çıkar peşinde koşmak yerine yardımsever, fedakar, sevecen olmanın daha güzel olduğu açıkça ifade edilmektedir.  

Toplumlardaki ahlaki dejenerasyonların, sosyal problemlerin ve suçların engellenmesinin tek çözümü Kuran ahlakının eksiksiz olarak yaşanmasıdır. Salih bir Müslüman Allah rızası için fedakarlıkta bulunur, içi açılır; Allah’ın Kuran’daki emrini yerine getirerek güzel bir söz söyler, kalbi ferahlar: Allah'ın rızasını umarak cömertlik yapar, neşesine ve huzuruna vesile olur. Yüce Allah’ı çok sevdiği için O’nun tecellileri olan herşeye karşı kalbinde müthiş bir sevgi oluşur. İnsanlara karşı çıkara dayalı olmayan samimi sevgiyi kalbinde hisseder. İnsanlara sevgiyle yaklaştığı için de hem içi huzurlu olur hem de etrafı huzurlu olur. Mümin burada daha saymakla bitiremeyeceğimiz  güzellikleri ruhunda yaşadığı için psikolojik olarak son derece rahattır. Bu güzel ahlaka sahip insanların çoğunlukta bulunacağı bir toplumun ne derece refah, dirlik ve güzellik içerisinde olacağı da açıktır.

Allah Kuran’da güzel ahlaklı müminlerin dünyada da ahirette de güzel bir hayat ile yaşamlarını sürdüreceklerini şöyle müjdelemiştir: 

Erkek olsun, kadın olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)

Ve biz ona dünyada bir güzellik verdik; şüphesiz o, ahirette de salih olanlardandır. (Nahl Suresi, 122)

Allah'ın dilemesiyle yaşanacak olan sonsuz sevgi

  
Yüce Allah, sonsuz akıl sahibidir. Sonsuz ilim ve nimet sahibidir. Ve Rabbimiz sonsuz güzelliktedir, sonsuz sevgi sahibidir. Sonsuz güzelliğinin bir tecellisi olarak insanı yaratmıştır ve onu suret suret kılmıştır.

İnsan ise, Allah’ın kendisine vermiş olduğu ruhu taşımaktadır. Bunun anlamı ise şudur: İnsan, Yüce Rabbimiz’in rahmeti ve dilemesi ile her şeyin çok fazlasına sahip olabilir.

İnsanlar genellikle dünya hayatında bunu bilmeden yaşarlar. Bu nedenle uçsuz bucaksız bir sevgi gücüne ve akla sahip olabileceklerini düşünmezler. Bunun bir sonucu olarak, karşılarındaki insanı Allah’ın ruhu olduğu için sevemez bunu akıllarından dahi geçirmezler. Karşılarındaki insanın, Allah’ın ruhu olmasından kaynaklanan bir ruh derinliği olduğunu dolayısıyla bu ruh derinliği içinde onunla içli ve güçlü bir sevgi yaşayabileceklerini bilemezler. Kuşkusuz ki bu çok büyük bir eksikliktir.

Tüm bu sebeplerle bu insanların sevgi anlayışları genel anlamda son derece yüzeyseldir. Gösterdikleri ve yaşadıkları sevgi bedenle sınırlıdır. Ya da eve, arabaya, gelecek güvencesine... Bunun bir sonucu olarak bedene zarar geldiğinde, ev, araba ortadan kalktığında, gelecek tehlikeye girdiğinde sevgi de biter. Bu anlayışta bunun ötesi yoktur. Bunu telafi edip yeniden oluşturacak bir sistem yoktur. Hepsi geçici değerlere bağlı olduğundan, dünya hayatı da geçici olduğundan, bunların zamanla ortadan kalkıp yok olması dolayısıyla sevginin de yok olması kaçınılmazdır. Nitekim böyle de olur.

Kişi, karşısındaki insanı Allah’ın ruhu olduğu için sevdiğinde ve Allah’tan gelecek sonsuz bir sevgi ve sevme ihtimali olduğunu bildiğinde ise, bu duygunun tükenmesi Allah’ın dilemesi dışında imkansızdır. Zamanla, hastalıklarla, yokluk ve zorluklarla azalan değil; zaman geçtikçe olgunlaşan, derinleştikçe artıp çoğalan bir sevgi yaşayabileceğinin farkında olur. Bunun bir sınırı yoktur. İnsanın asıl hali ahiretteki halidir. Orada acizlikler yoktur, güçlükler yoktur. Orada Allah, dilediği mükemmel beden ile insanı istediği şekilde tecelli ettirecektir. Allah’ın ruhunu taşıyan bir insanın sırf ruhun aldığı zevki hissederek sevgiyi yaşaması, o kişinin gözlerindeki, aklındaki derin kişiliği ve varlığı keşfederek onunla zihninde derin bir bağlantı kurabilmesi ancak Allah’a bağlanması ve Allah’ı anlaması ile mümkün olabilir. İnsan, Allah’ın ruhunu taşıdığını bilerek sonsuz nimet içindedir. Allah’ın dilemesi ile her şeye sonsuz kere sahip olabilir. Elbette ki sevgiye de.

Yüce Rabbimiz bir ayetinde gerçek sevginin ancak Allah’ın katından insana bahşedileceğini haber vermiştir:

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)


“Benim kalbim temiz” diyerek dini sorumluluklarını erteleyenler büyük bir yanlış içindedirler



Allah insanlara dünya hayatının kısa ve geçici bir imtihan yeri olduğunu bildirmiş, bu süre zarfında Kendi emir ve tavsiyeleri doğrultusunda hareket etmeleri gerektiğini onlara haber vermiştir. Her insan, Allah’ın Kuran’da emrettiği ibadetleri yerine getirmekle sorumludur.

Ancak bazı insanlar Allah’ın kendilerini sorumlu kıldığı ibadetleri uygulamamak için birtakım bahaneler ileri sürerler. En çok kullandıkları ise kalplerinin temiz olduğu ve bu nedenle de başka bir şey yapmalarının gerekmediği yönündeki bahanedir.

Oysa “kalp temizliği” nin tek ölçüsü Kuran'dır. Bir insan ancak Kuran'da bildirilen kalp temizliğini yaşıyorsa temiz kalpli sayılabilir. Aksi takdirde bir insanın kişisel değer yargıları doğrultusunda kendisini temiz kalpli ilan etmesinin bir kıymeti ve geçerliliği yoktur.

Kuran ahlakına göre kalp temizliği ve samimiyetin en önemli göstergesi ise Allah'ın emir ve tasviyelerini titizlikle yerine getirmektir. Kuran'da bildirilen ahlakı tam olarak uygulamayan kişi Allah'tan gereği gibi korkup sakınmıyor demektir. Ne var ki gereği gibi Allah’tan korkup sakınmayan ve “kalbim temiz” diyerek dinden ve Kuran’dan uzak kalanların ahirette çok pişman olacakları açık bir gerçektir. Çünkü cennete ancak Allah'ın Kuran’da temiz kalpli ve samimi olarak belirttiği kişiler girecektir ki, onlar da Allah’ın emir ve tavsiyelerini eksiksiz yerine getiren, Allah sevgisini ve Allah korkusunu derin bir şekilde kalbinde hisseden ve hayatının her anında O’na yönelip dönen ihlas sahibi müminlerdir.

Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri Katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 2-4)

... De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi'ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir." Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır). (Rad Suresi, 27-29)


İslam dininde zorlama yoktur, her kişi ibadetinde ve inancında özgürdür


Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)

İslam dini, güzellik ve sevgi dinidir. İslam dinini yaşayan insanlar, bu güzel dinin özünü ve derinliğini gördükleri için, Allah’a derin imanlarından dolayı bir heyecan ve şevk içinde olurlar. Bu, bir gönül kabulüdür. İslam’a olan bağlılığın kaynağı Allah’a olan aşktır. Bir Müslüman, Allah’a olan aşkı sebebiyle namaz kılar, Allah’a olan aşkından dolayı ibadetlerini yerine getirir ve Kuran’a göre yaşar. Allah, Kuran’da Müslümanların bu özelliğini “gönülden Allah’a yönelenler”, “gönülden katıksız bağlılar” ifadeleriyle haber vermiştir.

Bir Müslüman, Allah'ın yüceliğini ve İslamı, aklıyla kavrar ve kalben de tasdik eder. Kuran’ın kesin hükmünde de belirtildiği gibi, hiç kimse bir başkasına bunu zorla ve baskıyla kabul ettiremez. Eğer bir insan baskı yoluyla İslam’a döndürülmeye çalışırsa, baskı yoluyla ibadete zorlanırsa, bu onu bir müslüman değil, tam tersine bir münafık haline getirebilir. Ve bu şekilde İslam’ın tamamen karşı olduğu bir insan türü ortaya çıkmış olur. Münafık, baskı altında iken Müslüman olduğunu söyler, fakat içten içe Kuran ahlakından uzak bir din anlayışı geliştirip, Müslümanlığa ve Müslümanlara kin güderek düşman haline gelen bir sahtekardır. Yüce Allah ayetlerinde münafıklık yapanları şöyle tarif etmiştir:

İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab vardır. (Bakara Suresi, 8-10)

İman edenlerle karşılaştıkları zaman: 'İman ettik' derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: 'şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz. (Bakara Suresi, 14)

Bu, onların iman etmeleri sonra inkar etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. (Münafıkun Suresi, 3)

Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur... (Nur Suresi, 11)

Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 10)

Dinde zorlama yoktur

Adnan Oktar'ın 6 Kasım 2009 tarihli Dem Tv röportajından

İslam’ın tebliğ edilmesi ve İslam’ın hükümlerinin, sunduğu güzel ahlakın tanıtılması her Müslümanın üzerine düşen farzdır. Fakat bu, Kuran’ın hükmüne göre, asla baskı yoluyla gerçekleşemez. Kuran, Hıristiyanlara da Musevilere de tebliğ edilir, fakat bu kişiler eğer kendi dinlerini yaşamaka ısrar ederlerse, artık Kuran’a göre, onlara yönelik bir zorlama söz konusu olamaz.

İşte bu sebeple Allah, “dinde zorlama (ve baskı) yoktur” şeklinde bildirerek imanın bir sevgi ve gönül birlikteliği şeklinde olması gerektiğini haber vermiştir. Baskı altında Müslümanlık, İslam dininde yasaklanmıştır.

İçinde bulunduğumuz ahir zamanda, Allah’ın izniyle Hz. İsa (a.s.)’ın ve Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhuru çok yakındır. Hz. Mehdi (a.s.) döneminde insanlar dinin özünü kavrayacak ve kitleler halinde Allah inancına yöneleceklerdir. Hz. Mehdi (a.s.), Müslümanlara Kuran ile, Hıristiyanlara İncil’in gerçeği ile, Musevilere de Tevrat’ın gerçeği ile hükmedecektir. Hz. Mehdi (a.s.), asla kan dökmeyecek, Kuran’da emredildiği şekilde, güzel öğüt ve sevgi ile insanları Allah inancına ve dinin özüne davet edecektir.

Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir.(Sahih-i Müslim, 1/136)

... Cenab-ı Hak İslamı nasıl Bizimle başlatmışsa O'nunla (Hz. Mehdi (a.s.) ile) sona erdirecektir. Nasıl, Bizimle onlar aralarındaki şirk ve adavetten (husumet ve düşmanlıktan) kurtulmuş ve kalplerine ülfet (dostluk) ve muhabbet (sevgi) yerleşmişse, (Hz. Mehdi (a.s.) gelişi ile) yine öyle olacaktır. (Ahir Zaman Mehdisi'nin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 20)

"... Onun (Hz. Mehdi (a.s.))döneminde iyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır." (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)



Bugününüze yeniden bir niyet ederek; her anınızı salih amelle geçirme kararıyla başlayın



Mümin iman ettiği anda, zaten hayatının her anını Allah'ın rızasını kazanma çabasıyla geçirmeye karar vermiştir. Ve o andan itibaren de, maddi manevi her yönde imani bir şevk ve gayret içindedir. Ama müminin önemli bir özelliği de, imanını hiçbir zaman için yeterli görmemesidir. Çünkü insanın, hayatının son anına dek, her geçen an, imanını daha da derinleştirme imkanı vardır. Bu yüzden her gün, her saat, her an, bir kez daha niyet etmeli, imanını tazelemeli, her saniyesini Allah'ın en razı olacağı davranışlarda bulunarak geçirme kararı almalıdır.

İşte bugün, bu saat, bu yazıyı okuduğumuzda, bizler de aynı şekilde bir kez daha niyetimizi tazeleyebiliriz. Şu andan itibaren, çok daha şuurlu, çok daha dikkatli ve çok daha samimi bir şekilde, vaktimizi, imkanlarımızı, maddi ve manevi gücümüzü olabilecek en hayırlı şekilde geçirmeye niyet edebiliriz. Karşımıza çıkan her ibadet fırsatını, çok daha büyük bir şekvkle, çok daha iyi bir şekilde değerlendirebiliriz. Her imkanda öne atılabilir, Allah'ın rızasını kazanmak için her fırsatı kollayıp, hayırlarda yarışabiliriz. “Nasıl olsa çok güzel ve hayırlı faaliyetler yaptım, bugünlük bu kadar yeterli olmuştur” ya da “çevremdeki diğer insanlara göre, ben kat kat daha fazla çaba harcıyorum, birçok kişiye göre çok daha iyiyim” demeden; “ben zaten her günümü olabilecek en faydalı, en hikmetli şekilde geçiriyorum” diye düşünmeden, yeni bir atılım daha yapabiliriz.

Burada bahsedilen alışılagelenden çok farklı, apayrı bir ruh halidir. Yoksa iman etmiş bir Müslüman elbetteki yaşadığı her anını, fıtrat olarak, doğal olarak Kuran'a en uygun davranışlarda bulunarak geçirir. Ama bu konuda daha derin şuurlu bir karar alan kimsenin hali çok farklıdır. Çevresindeki insanlar, bu kişinin daha farklı bir karar aldığını, birkaç on dakika dahi onun yanında bulunduklarında hemen anlarlar. Çünkü böyle niyet etmiş bir kişinin vicdan duyarlılığı çok yüksektir. Çevresinde olup biten tüm olaylara karşı herkesten çok daha fazla ilgilidir. Zor, zahmetli ve yorucu işlere karşı herkesten çok daha ataktır. O anda o ortamda bulunan herkesten çok daha güzel sözlüdür. Herkesten çok daha fazla gönül alıcı, herkesten çok daha fazla nezaketli, herkesten daha fazla sevgi ve şefkat doludur. Herkesten daha fazla yapıcı ve olumludur. İnsanların ihtiyaçlarını, daha onlar söylemeden farkedip giderir. Her olayda yatıştırıcı, huzur ve güven veren bir üslup kullanır. Üzerinde, herkesin görür görmez anlayabildiği, daha farklı bir pozitif elektrik vardır.

İşte tüm bunlar, “bir kez daha niyet etmiş olmanın” kişiye kazandırdığı olumlu etkilerdir. Bu ahlakı alan müminin hedefi, “Allah'ın en sevdiği kullarından” olabilmektir. Bu nedenle bu ahlakını kişiliğine yerleştirdikten sonra, yine bir kez daha, “daha samimi olmaya, daha duyarlı olmaya, daha vicdanlı olmaya, Allah'ın rızasının en çoğuna uymada daha kararlı olmaya niyet eder”. Ve ahlakını bir kez daha derinleştirir. Ve bu, bu şekilde hayatının sonuna kadar devam eder. Gösterdiği çabayı, yaptığı hayırları hiçbir zaman yeterli bulmaz. Dolayısıyla imanı, ahlakı, kişiliği, tavırları sürekli olarak gelişir ve mükemmelleşir.

Allah Kuran’da bu ahlakı gösteren müminlerin karakterini şöyle haber vermiştir:

İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. (Müminun Suresi, 61)

Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise;

Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrinikayba uğratmayız. (Kehf Suresi, 30)



Allah'la derin bir bağlantının kurulması



Nefis Allah’ın dilemesi dışında insanı sürekli olarak kötülüğe davet eder. İnsan nefsin bu kötülüklerinden ancak Yüce Allah’la samimi ve derin bir bağlantı kurarak kurtulabilir. Bu bağlantının en etkili yollarından biri O’na dua etmektir. İnsan, samimi kullarının duasına muhakkak cevap vereceğini bilerek (Bakara Suresi, 186) Yüce Allah’tan nefsini arındırmasını, aklını açmasını ve derin bir imana sahip olmayı dileyebilir. Ancak Rabbimiz’le yakın bağlantı kurmanın yolları sadece dua ile sınırlı değildir. O’nun büyüklüğünü, yaratışının mükemmelliğini, düşünerek, nimetlerini anarak, O’nu övüp (tesbih edip) yücelterek ve O’na ibadet ederek nefis hırslardan, korkulardan (gelecek ve kaybetme korkusu gibi) ve bencil tutkulardan arındırılabilir.

Sevilen Şeylerden İnfak Etmek ve Fedakar Olmak

İnsanın nefsi malı yığıp biriktirmeye, cimrilik etmeye, bunları kimseyle paylaşmamaya öncelikli olarak hep kendini düşünmeye, bencil olmaya ve fedakarlıktan kaçınmaya eğilimlidir. İnsan nefsindeki bu zaaflardan kurtulabilmek için Yüce Allah’ın emrettiği Kuran hükümlerini eksiksiz olarak uygulamalıdır. Nitekim Yüce Allah nefislerdeki cimrilik ve bencillik duygusundan kurtulmanın en hayırlı yolunun infak etmek olduğunu şöyle bildirmektedir:

“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.” (Tegabün Suresi, 16)

Nefsi Kınamak

Nefsi temizlemenin en etkili yöntemlerinden biri de onu sürekli olarak kınamaktır. Müminler nefislerini kınayarak gerçek kurtuluşa ve cennete kavuşacaklarını bildiklerinden “Şu sözümle neyi kastettim? Bu hareketi yapmaktaki amacım neydi? Kalbimden geçen şu düşünceden elde etmek istediğim nedir?” gibi sorularla söyledikleri ve yaptıkları hareketlerde kendilerini denetlerler. Herhangi bir hata veya yanlışlık yaptıklarında bunu diğer müminlerle paylaşarak hem onların aynı yanılgıya düşmesine engel olmaya çalışırlar, hem de nefsin büyüklük gururundan dolayı hiç hoşlanmadığı eleştiriyi yaparak ona acı çektirir ve ezerler. Çünkü nefsin en çok sevdiği şey “kendine benlik vermek”, bu benlik duygusunun sonucu olarak hataları da sahiplenip bunları itiraf etmekten insanı engellemektir. Nefis bu biçimde insanı hatasız olduğuna inandırmaya ve kötülükleri bu biçimde örtüp kapatmaya çok eğilimlidir.

Nefsinin kötü isteklerine tabi olup da onu temizleyip arındırmamış ve dünyada iken nefsini kınayıp eleştirmemiş olan kişinin ahirette nefsini kınaması ise ona bir yarar sağlamaz. Nitekim Yüce Allah kıyamet gününün hemen ardından kendini kınayıp duran nefsin durumuna yemin etmektedir:

“Hayır, kalkış (kıyamet) gününe and ederim. Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim.” (Kıyamet Suresi, 1-2)

Vicdanın Sesini Dinlemek

cicekmortekVicdan Yüce Allah’ın kullarına nefsin “fücurundan” yani kötülüklerinden kurtulmak için bahşettiği çok büyük bir nimettir. İnsanı Allah’a ve dinin bildirdiği doğrulara, hayırlara yöneltip, iyiyi ve kötüyü ayırt etmesini sağlar. Vicdan, bir anlamda doğruya yönelten Allah’ın sesidir. İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran’da gösterilen temel prensipleri tam olarak kavradığı takdirde, doğru yolda ilerleyecektir. Mümin günlük hayatta birkaç seçenek arasında seçim yapmak durumunda kaldığında, karşılaştığı seçenekler içinde, Allah’ın rızasına en uygun olanını, dinin menfaatlerine en yararlı olanını seçerken vicdanının sesini dinler. Çünkü vicdan ilk olarak devreye girer ve hangi seçeneğin Allah’ın rızasına daha uygun olacağını insana ilham eder. Ancak ikinci aşamada nefis devreye girer ve onu diğer alternatiflere yöneltmeye çalışır. Bunun için de genellikle insana mazeretler fısıldar. Nitekim Yüce Allah insana bir yarar sağlamayacak olan nefsin bu fısıltıları yerine vicdanının sesini dinleyen kişileri kurtuluşa ulaştıracağını müjdelemektedir:

“Kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi heva (istek ve tutkular) dan sakındırırsa, Artık şüphesiz cennet, (onun için) bir barınma yeridir.” (Naziat Suresi, 40-41)