KENDİ AKILLARINCA MÜMİNLERİN YANILGI İÇİNDE OLDUKLARINI DÜŞÜNÜRLER
Münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar şöyle diyorlardı: “Bunları (müslümanları) dinleri aldattı.” Oysa kim Allah’a tevekkül ederse, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir... (Enfal Suresi, 49)
Ve (yine) kendilerine: “İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde: “Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
PEYGAMBERE VE MÜSLÜMANLARA AKIL VERMEYE KALKARLAR (BİLMİŞ ÜSLUP KULLANIRLAR)
Kendilerine: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz” derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. (Bakara Suresi, 11-12)
Hani Musa kavmine: "Allah, muhakkak sizin bir sığır kesmenizi emrediyor" demişti. "Bizi alaya mı alıyorsun?" dediler. (Musa) "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi. (Bakara Suresi, 67)
Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir... (Zümer Suresi, 3)
Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla "şuna helal, buna haram" demeyin.Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz... (Nahl Suresi, 116)
...Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (cehde) çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir." Bir kavrayıp-anlasalardı... (Tevbe Suresi 81)
İMANİ ŞÜPHE İÇİNDEDİRLER
İnsanlardan öyleleri vardır ki: “Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik” derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 8-9)
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)
Ey iman edenler, ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman, yer(iniz)de ağırlaşıp kaldınız? Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır. (Tevbe Suresi, 38)
ŞEYTANIN ETKİSİNE KOLAYCA GİRERLER
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. (Mücadele Suresi, 19)
Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 36-37)
KORKAKTIRLAR
Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur. (Tevbe Suresi, 56)
... Onlardan bir topluluk da: “Gerçekten evlerimiz açıktır” diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13)
DİNE KARŞI TAVIRLARI GEVŞEKTİR, ŞEVKSİZDİRLER
Onlara sorarsan, andolsun: “Biz dalmış, oyalanıyorduk” derler. De ki: “Allah ile, O’nun ayetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?” Özür belirtmeyiniz. Siz, imanınızdan sonra inkâra saptınız. ...(Tevbe Suresi, 65-66)
...Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda cehd edin ya da savunma yapın” denildiğinde, “Biz cehd etmeyi bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı... (Al-i İmran Suresi, 167)
Eğer (cehde) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı.... (Tevbe Suresi 46)
Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde senden izin isterlerve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. (Tevbe Suresi 93)
HEMEN ÜMİTSİZLİĞE KAPILIRLAR
İnsana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa kapılır. (İsra Suresi, 83)
Biz insanlara bir rahmet taddırdığımız zaman onunla sevinirler; kendi ellerinin takdim ettiği dolayısıyla onlara bir kötülük isabet ettiğinde hemen umutsuzluğa kapılırlar. (Rum Suresi, 36)
HÜZNE YATKINDIRLAR
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakatona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur. (Fussilet Suresi, 49)
Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz? Dediler ki:"Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz." (Müminun Suresi, 105-106)
Allah'tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. 'Mutsuz-bedbaht' olan ondan kaçınır.(Ala Suresi, 10-11)
HAKSIZLIĞA UĞRADIKLARINI DÜŞÜNMEYE EĞİLİMLİDİRLER
Onlardan sadakalar konusunda seni yadırgayacaklar vardır. Ondan kendilerine verilirse hoşlanırlar, kendilerine verilmediği zaman bu sefer gazablanırlar. (Tevbe Suresi 58)
Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir. (Nur Suresi, 50)
ŞİRK İÇİNDEDİRLER, İNSANLARDAN ÇEKİNİRLER
... Oysa cehd (çaba göstermek) üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: “Rabbimiz, ne diye savaşı (cehd etmeyi) üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. ... (Nisa Suresi, 77)
Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 13)
Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi, 106)
FİTNE ÇIKARMA MAKSATLI KONUŞMALAR YAPARLAR
Bir sûre indirildiğinde onlardan bazısı: “Bu, hanginizin imanını arttırdı?” der.Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler. (Tevbe Suresi, 124)
Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: “Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün.” Onlardan bir topluluk da: “Gerçekten evlerimiz açıktır” diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13)
Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini Kitab'a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir."Bu Allah Katındandır" derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler. (Al-i İmran Suresi, 78)
Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden.Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); (Nas Suresi, 4-5)
İNKAR EDENLERE MÜMİNLERİN ALEYHİNDE LAF TAŞIRLAR
Sizinle birlikte çıksalardı, size ‘kötülük ve zarardan’ başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara ‘haber taşıyanlar’ vardır. Allah, zulmedenleri bilir. (Tevbe Suresi, 47)
SÖZLERİNE SADIK DEĞİLDİRLER, VEFASIZDIRLAR
Ki Allah’ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar.... (Bakara Suresi, 27)
Eğer onlara (şehrin her) yanından girilseydi sonra da kendilerinden fitne (karışıklık çıkarmaları) istenmiş olsaydı, hiç şüphesiz buna yanaşır ve bunda pek az (zaman) dışında (kararsız) kalmazlardı. (Ahzab Suresi, 14)
MÜMİNLERİN ARASINDA YALAN HABER YAYMAYA ÇALIŞIRLAR
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır... (Nur Suresi, 11)
MÜMİNLERİN ZOR DURUMA DÜŞMELERİNİ İSTERLER
Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler.Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir zarar veremez... (Al-i İmran Suresi, 120)
Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise: “Biz önceden tedbirimizi almıştık” derler ve sevinç içinde dönüp giderler.(Tevbe Suresi, 50)
... Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar... (Al-i İmran Suresi, 118)
YALAN YEMİNLER EDERLER
Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar. (Mücadele Suresi, 14)
ALLAH’IN DEĞİL, İNSANLARIN RIZASINI GÖZETİRLER
Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler.Siz onlardan hoşnut olsanız bile şüphesiz Allah, fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz. (Tevbe Suresi, 96)
Sizi hoşnut kılmak için Allah’a yemin ederler; oysa mü’min iseler, hoşnut kılınmaya Allah ve elçisi daha layıktır.(Tevbe Suresi, 62)
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah’a ve ahiret gününe de inanmazlar... (Nisa Suresi, 38)
Onlar,insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi ‘geceleri düzenleyip kurarlarken,’ onlarla beraberdir... (Nisa Suresi, 108)
KURAN AYETLERİNİ TAM KAVRAYAMAZLAR
Bu, onların iman etmeleri sonra inkâr etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. (Münafikun Suresi, 3)
Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar.... (Al-i İmran Suresi, 7)
İNKARCILARLA MÜSLÜMANLARIN ALEYHİNDE DOSTLUKLAR KURARLAR
İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah’ın indirdiğini çirkin karşılayanlara dediler ki: “Size bazı işlerde itaat edeceğiz.” Oysa Allah, sakladıkları şeyleri (sır olarak konuştuklarını) biliyor. (Muhammed Suresi, 26)
Onlar, mü’minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti)’ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur,’ Allah’ındır. (Nisa Suresi, 139)
ALLAH YOLUNDA MÜCADELE ETMEMEK İÇİN BAHANELER ÖNE SÜRERLER
Yol, ancak o kimseler aleyhinedir ki, zengin oldukları halde senden izin isterler ve bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler. Allah, onların kalplerini mühürlemiştir... (Tevbe Suresi, 93)
Allah’ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd etmeyi çirkin görerek: “Bu sıcakta çıkmayın” dediler. De ki: “Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir.” Bir kavrayıp-anlasalardı. (Tevbe Suresi, 81)
Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler... (Tevbe Suresi, 42)
İBADETLERİNİ İSTEKSİZCE YAPARLAR
İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah’ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir.(Tevbe Suresi, 54)
... Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)
Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cehd etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler.Allah takva sahiplerini bilendir. Senden, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp, kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister. (Tevbe Suresi 44-45)
MÜSLÜMANLARA KARŞI DÜŞMANCA TAVIRLAR GÖSTERİRLER VE KİNDARDIRLAR
...Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. ... (Al-i İmran Suresi, 118)
Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 119)
PEYGAMBERE İTAAT ETMEK AĞIRLARINA GİDER
Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir. Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler. Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar?... (Nur Suresi, 48-50)
Sonra birbiri peşi sıra elçilerimizi gönderdik; her ümmete kendi elçisi geldiğinde, onu yalanladılar.... (Mü’minun Suresi, 44)
ALAYCIDIRLAR
Ayetlerimiz konusunda 'alaylı tartışmalara dalanlar:' -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma. (Enam Suresi, 68)
Onlara sorarsan, andolsun: "Biz dalmış, oyalanıyorduk" derler. De ki: "Allah ile, O'nun ayetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?" (Tevbe Suresi, 65)
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin),belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 11)
GIYBET YAPARLAR
Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline;(Hümeze Suresi, 1)
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
KISKANÇTIRLAR
... Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 19)
Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir... (Bakara Suresi, 213)
YAPTIKLARI İYİLİKLERİ DİLE GETİREREK RAHATSIZLIK VERİRLER
Ey iman edenler Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler... (Bakara Suresi, 264)
ŞIMARIKTIRLAR
Bir de yurtlarından refahtan şımarıp-azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah'ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır. (Enfal Suresi, 47)
Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet taddırsak, kuşkusuz; "Kötülükler benden gidiverdi" der. Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir. (Hud Suresi, 10)
İşte bu, sizin yeryüzünde haksız yere şımarıp-azmanız ve azgınca ölçüyü taşırmanız dolayısıyladır. (Mümin Suresi, 75)
TARTIŞMACIDIRLAR
De ki: "O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O'na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız." (Bakara Suresi, 139)
Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi?... (Bakara Suresi, 258)
Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle 'çekişip-tartışmalara girişirlerse' de ki: "Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım." (Al-i İmran Suresi, 61)
İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan bir konuda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz. (Al-i İmran Suresi,66)
Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa biz, onu kavrayıp anlamalarına (bir engel olarak) kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, hangi 'apaçık-belgeyi' görseler, yine ona inanmazlar. Öyle ki, o inkar etmekte olanlar, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek: "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. (Enam Suresi, 25)
İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur. (Hac Suresi, 8)
25 Mayıs 2014 Pazar
Kıskançlık Kuran'da nasıl açıklanır?
Haset, Kuran'da kınanan bir tavırdır. Allah, insanların nefsini kıskançlığa eğilimli olarak yarattığını, fakat müminlerin bundan sakınmaları gerektiğini Kuran'da bildirmiştir:
“... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.“ (Nisa Suresi, 128)
Bazı insanlara "kıskanç mısındır?" diye sorulduğunda buna "evet" veya "biraz" diye cevap verebilirler. Ancak bu cevabın arkasında gizlenen anlamı detaylı olarak düşünmezler. Oysa kıskançlık, insanın, başka birisinin kendisinden herhangi bir yönüyle daha üstün olmasını kabullenememesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu ise, insanı Allah'a karşı büyüklenmeye kadar götürecek bir tutumdur. Çünkü insanlara sahip oldukları bütün özellikleri veren Allah'tır. Allah dilediğine dilediği kadar verir, bunu da kimse engelleyemez. Ayrıca Kuran'da şeytanın, kıskançlık yüzünden Hz. Adem'e secde etmeyerek Allah'a isyan ettiği, kendisini Hz. Adem'den daha üstün gördüğü bildirilir. Bu durumda karşımıza önemli bir gerçek çıkar; kıskançlık aslında şeytana ait bir özelliktir ve Allah'tan korkan insanın bundan şiddetle kaçınması gerekir.
“... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.“ (Nisa Suresi, 128)
Bazı insanlara "kıskanç mısındır?" diye sorulduğunda buna "evet" veya "biraz" diye cevap verebilirler. Ancak bu cevabın arkasında gizlenen anlamı detaylı olarak düşünmezler. Oysa kıskançlık, insanın, başka birisinin kendisinden herhangi bir yönüyle daha üstün olmasını kabullenememesinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu ise, insanı Allah'a karşı büyüklenmeye kadar götürecek bir tutumdur. Çünkü insanlara sahip oldukları bütün özellikleri veren Allah'tır. Allah dilediğine dilediği kadar verir, bunu da kimse engelleyemez. Ayrıca Kuran'da şeytanın, kıskançlık yüzünden Hz. Adem'e secde etmeyerek Allah'a isyan ettiği, kendisini Hz. Adem'den daha üstün gördüğü bildirilir. Bu durumda karşımıza önemli bir gerçek çıkar; kıskançlık aslında şeytana ait bir özelliktir ve Allah'tan korkan insanın bundan şiddetle kaçınması gerekir.
Kıskançlık ve hasetten sakınmak
İnsan iman etmekle diğer insanlardan çok daha üstün bir tavır içerisine girer. Fakat bu, onun imtihanının sona erdiği anlamına gelmez. Mümin de tüm insanlar gibi bir nefse sahiptir.
Allah, imtihan ortamının bir gereği olarak, nefse fücurunu (kötü huylarını) ve ondan sakınmayı ilham ettiğini Kuran'da bildirmiştir. (Şems Suresi, 8) Kıskançlık, haset gibi negatif ahlak özellikleri de bu "fücurlar" arasında yer alır ve bütün insanların nefslerinde vardır:
... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)
Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse cahilce ilahlık vermenin (Allah'ı tenzih ederiz) bir sonucudur. Bu yüzden şeytanın en karakteristik özelliğidir. İblis'in, Allah'a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Allah'ın Hz. Adem (as)'a verdiği üstünlüğü kıskanmasıdır.
Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden müşrikler ve münafıklar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık müşriklerde günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Bütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir. Bu yüzden Allah hasetçilerin kötülüklerinden korunmaları için müminlerin Kendisi'ne sığınmalarını bildirmiştir:
Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)
Müminler, nefislerine imtihan maksadıyla ilham olunan bu tür kötü huylardan sakınmak için sürekli mücadele eder, nefislerini arındırıp temizlerler. Mümin, kıskançlık hissine sebep olacak her türlü olay karşısında Kuran'a uygun bir tutum ve davranış sergiler. Yani, herşeyin Allah'a ait olduğunu, herşeyin Allah'ın dilemesi ile gerçekleştiğini, Allah'ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O'na ait olduğunu bilir. Rabbimiz'in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah Katında değer ölçüsünün takva ile olduğunu kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder.
Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse ilahlık vermenin doğal bir sonucudur. Bu yüzden şeytanın en karakteristik özelliğidir. İblis'in, Allah'a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Hz. Adem (as)'ın üstünlüğünü kıskanmasıdır.
Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden müşrikler ve münafıklar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık müşriklerde günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Bütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir. Bu yüzden Allah hasetçilerin kötülüklerinden korunmaları için müminlerin Kendisi'ne sığınmalarını bildirmiştir:
De ki: "Sabahın Rabbine sığınırım..." (Felak Suresi, 1)
Hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden. (Felak Suresi, 5)
Allah, imtihan ortamının bir gereği olarak, nefse fücurunu (kötü huylarını) ve ondan sakınmayı ilham ettiğini Kuran'da bildirmiştir. (Şems Suresi, 8) Kıskançlık, haset gibi negatif ahlak özellikleri de bu "fücurlar" arasında yer alır ve bütün insanların nefslerinde vardır:
... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)
Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse cahilce ilahlık vermenin (Allah'ı tenzih ederiz) bir sonucudur. Bu yüzden şeytanın en karakteristik özelliğidir. İblis'in, Allah'a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Allah'ın Hz. Adem (as)'a verdiği üstünlüğü kıskanmasıdır.
Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden müşrikler ve münafıklar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık müşriklerde günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Bütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir. Bu yüzden Allah hasetçilerin kötülüklerinden korunmaları için müminlerin Kendisi'ne sığınmalarını bildirmiştir:
Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar? Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)
Müminler, nefislerine imtihan maksadıyla ilham olunan bu tür kötü huylardan sakınmak için sürekli mücadele eder, nefislerini arındırıp temizlerler. Mümin, kıskançlık hissine sebep olacak her türlü olay karşısında Kuran'a uygun bir tutum ve davranış sergiler. Yani, herşeyin Allah'a ait olduğunu, herşeyin Allah'ın dilemesi ile gerçekleştiğini, Allah'ın dilediğini seçtiğini, dilediğine dilediği nimeti verdiğini, seçimin ve kararın yalnızca O'na ait olduğunu bilir. Rabbimiz'in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekilde yarattığını, dünyada verilen her türlü nimetin insanlar için bir deneme vesilesi olduğunu, varılacak gerçek yurdun ahiret olduğunu, Allah Katında değer ölçüsünün takva ile olduğunu kalbine yerleştirmiş bir biçimde hareket eder.
Kıskançlık, kibir ve enaniyet, nefse ilahlık vermenin doğal bir sonucudur. Bu yüzden şeytanın en karakteristik özelliğidir. İblis'in, Allah'a isyan edip inkarcılardan olmasının altında yatan sebep de, enaniyeti yüzünden Hz. Adem (as)'ın üstünlüğünü kıskanmasıdır.
Şeytanın bu vasfı, onun izinden giden müşrikler ve münafıklar üzerinde de çok yoğun bir şekilde tecelli eder. Kıskançlık müşriklerde günden güne artarak daha ileri bir safha olan hasete dönüşür. Bütün hareket ve davranışlarına nüfuz eder. Şeytanın insanlar arasındaki temsilcisi haline gelir. Bu yüzden Allah hasetçilerin kötülüklerinden korunmaları için müminlerin Kendisi'ne sığınmalarını bildirmiştir:
De ki: "Sabahın Rabbine sığınırım..." (Felak Suresi, 1)
Hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden. (Felak Suresi, 5)
24 Mayıs 2014 Cumartesi
Hatalar İnsanın Kaderindedir
Hiçbir insan hata yapmak, bu hatasıyla kendisine ya da başkalarına zarar vermek istemez. Ancak hata bu dünya hayatındaki imtihanımızın önemli bir parçasıdır. Dünya hayatındaki eğitimimizi Allah bu şekilde yaratmıştır. Her insan hata yapabilir ancak önemli olan, bir kişinin hatasının ardından tevbe edip ders çıkarması ve bu hatayı tekrar etmemek için gayret göstermesidir.
Allah Kuran ayetlerinde insanların unutabilen, yanılabilen aciz varlıklar olduklarını bildirmektedir. İnsan gereği gibi düşünmediği, ihmalkarlık yaptığı, gereken tedbirleri almadığı, irade gösteremediği, zaaflarına yenildiği, unuttuğu ya da yanıldığı için hata yapabilir. Bu son derece doğaldır. Ancak önemli olan hata değil, hatadan sonra insanın nasıl bir tavır gösterdiğidir. Yapılan hata ne kadar büyük olursa olsun, insanın vazgeçmeye karar vermesiyle birlikte, Allah’ın hoşnut olacağı umulan tavrı uygulamaya başlamasıyla birlikte, -Allah’ın izniyle- o hata da ortadan kalkmış olur. Yüce Allah Al-i İmran Suresi’nde şu şekilde bildirir:
“Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135)
İnsanın Tüm Yaptıklarını Allah Yaratır
İnsan hayatı boyunca ne yaşarsa yaşasın, ne yaparsa yapsın, nasıl bir durumla karşılaşırsa karşılaşsın, hatasıyla ve doğrusuyla, tüm yaptıklarını Allah yaratmaktadır. Ayetlerde Allah dilemedikçe tek bir yaprağın dahi düşmeyeceği bildirilmektedir. (Enam Suresi, 59) Kamer Suresi’nde ise “Onların işlemiş oldukları her şey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı)dır.” (Kamer Suresi, 52-53) şeklinde haber verilmektedir. Yani kişi, Allah dilediği için o hatayı yapmaktadır, o hatayı yapması kaderinde yazılıdır. Kuran’a uygun bir tavır gösterdiği takdirde ise o hatanın sonucunda mutlaka bir güzellik oluşacaktır.
Örneğin bir insan yürürken dikkatini tam olarak açmadığı ve önüne bakmadığı için karşısına çıkan bir vazoyu kırabilir. Ya da saatlerce emek verilerek hazırlanmış bir yemek tabağına çarpıp yere düşürebilir. Uyuyakaldığı için kendisini bekleyen insanların işlerini geciktirebilir. İşte tüm bunlarda Allah’ın yarattığı türlü hikmetler gizlidir. O kırılan eşyayı kıran Allah’tır. O eşya belki ileride sahipleri arasında bir huzursuzluğa yol açacak, belki daha tehlikeli ve birine zarar verecek şekilde kırılacaktır. Belki de onun kırılmasıyla, Allah o yere onun çok daha güzelinin alınmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde yere dökülen yemeği döktüren de Allah’tır. Belki o yiyecekte bayat bir malzeme vardır ve yiyen birinin rahatsızlığına sebep olacaktır. Belki yiyecek olan kişinin daha sağlıklı bir şeyi yemesine engel olacaktır. Bunun gibi uyuduğu için gideceği yere geciken bir insanı uykudan uyandırmayan da Allah’tır. Çünkü onu bekleyen arkadaşlarının geç kalması gerekiyordur. Belki bu onları bir tehlikeden koruyacak, belki daha önemli bir işi halletmeleri için onlara imkan oluşturacaktır.
Eğer insan bu gerçeklerin farkında olmazsa, bir hata yaptığında paniğe kapılır, tedirginlik ve üzüntü duyar. Huzursuz olur, ye’se düşer. Özellikle de oluşan durumun diğer insanlar üzerindeki etkisinden dolayı üzüntüsü büyür, sıkıntısı gün geçtikçe artar. Ancak Allah’ın dilemesiyle kaderinde gerçekleşen bir hata nedeniyle kendisini bu kadar üzmesi, ye’se düşmesi, sıkıntı duyması ve yıpratması Kuran ahlakına uygun değildir. Müslümanlar hatalarından dolayı oluşan rahatsızlıklarını ve tedirginliklerini yine Allah’a sığınarak, Kuran ahlakıyla hareket ederek ortadan kaldırırlar. Din ahlakına göre yaşamayan insanlarda olduğu gibi, tedirgin oldukları için ruhsal bir bunalıma girmezler. Hatalarını duygusal bir bakış açısıyla değerlendirip üzüntüye, sıkıntıya, karamsarlığa ya da umutsuzluğa kapılmazlar. Bu tedirginlikleri, onlarda yalnızca çok derin ve şiddetli bir pişmanlık hissi oluşturur. Ancak bu, şeytanca değil, Müslümanca bir pişmanlıktır. Çünkü bu pişmanlık onların Kuran ahlakına daha da sarılmalarına vesile olur. Allah’a daha da içli bir şekilde dua ederler. İman coşkuları, Kuran ahlakını yaşamaktaki kararlılıkları, Allah’a olan bağlılıkları, ahirete olan inançları, Allah korkuları çok daha fazla artar. Her konuda çok daha iyi olmak için çok daha samimi kararlar alır, çok daha fazla çaba harcayacak bir şevk ve enerji kazanırlar. Defalarca aynı tarihe döndürülseler, her seferinde de olayların aynı şekilde gerçekleşeceğini bilirler. Kendilerini kınarken, nefislerini eleştirirken ve yaptıklarından dolayı pişmanlık duyarken, bunların tümünün kaderde olduğu için o şekilde gerçekleştiğini unutmazlar. Bu nedenle de iman etmeyen insanlarda olduğu gibi, ‘kurtulamadıkları bir suçluluk hissiyle yaşamazlar’. Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
“Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. Küçük, büyük herşey satır satır (yazılı)dır.”(Kamer Suresi, 52-53)
İnsanın hayatı boyunca hiç hata yapmayacağını, eksiksiz ve kusursuz olduğunu iddia edebilmesi imkansızdır. Çünkü insan hata yapabilecek aciz bir varlık olarak yaratılmıştır. Yüce Rabbimiz ise sonsuz bağışlayan ve tevbeleri kabul edendir. Bu nedenle müminin bilerek veya bilmeyerek, gaflete kapılarak ya da nefsine uyarak işlediği hataları konusunda yapması gereken, bunlardan ibret almaktır. Pişman olup doğruya yönelmek, vakit geçirmeden Rabbimiz’e sığınmak ve bir daha o hatayı tekrarlamamak için gayret göstermektir. Elbette ki hata yapmamaya ve günah işlememeye, Rabbimiz’in sınırlarını korumaya çok özen göstermelidir. Fakat buna rağmen hata yaptığında da, Allah’tan bağışlanma dilemesi çok güzel bir mümin özelliğidir. Rabbimiz’in ‘Tevbeleri kabul eden’ (Tevvab), ‘Bağışlayan’ (Gaffar), ‘Merhamet eden’ (Rahman) isimleri de hatalarından pişman olan ve tevbe edip Allah’a yönelen müminler üzerinde tecelli eder.
Müminler Yaptıkları Hatalardan Ders Çıkarırlar
İmanlarının ve Allah korkularının bir gereği olarak, hataları, müminlerin çok daha güzel ahlaklı olmalarına vesile olur. Bir konuda belki bir kez hata yaparlar, ama hayatlarının sonuna kadar o hatayı hatırlarında tutarak, o olaydan aldıkları dersten istifade ederek benzer bir tavır göstermekten sakınırlar.
Ancak Allah insanı, vicdanını bu şekilde kullanması, pişman olup tevbe etmesi, Kendisine yönelip bağışlanma dilemesi ve o hatayı bir daha yapmamak için karar alması için özellikle hata yapacak karakterde yaratmıştır.
İnsan hata yapmamak için elinden geleni yapmalı; aklını, vicdanını, iradesini sonuna kadar kullanarak her zaman çok üstün bir ahlak göstermek için çaba sarf etmelidir. Ama hata oluştuğunda da, kişi, Kuran’da hata yapan müminin göstermesi için bildirilen ahlakı yaşayarak bu durumu telafi etmelidir.
Eğer yaptığı hata, o kişinin, Allah’ın sonsuz gücü karşısındaki aczini ve Allah’a olan muhtaçlığını çok daha iyi kavramasına vesile olmuşsa, bu da o kişinin samimi imanının, Allah korkusunun bir göstergesidir. Yaptığı hatadan dolayı pişmanlık duyuyor, hesap gününde bu tavrından sorumlu tutulmaktan korkuyorsa, acz içerisinde Allah’ın lütfuna ve affediciliğine sığınıyorsa, Allah’ın izniyle Kuran ahlakına uygun bir ahlak içerisinde demektir. Böyle bir insan, Allah’ın tevbesini kabul etmesi ve kendisini affetmesi için can-ı gönülden dua eder. Bir daha aynı hatayı tekrarlamamak için Allah’a kendi içinden çok samimi olarak söz verir. Rabbimiz’in samimi kullarının tevbelerini kabul edeceğini müjdelediği ayetlerden biri şöyledir:
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)
Müminlerin her konudaki ölçüleri Kuran olduğu için, hata yapan bir insana olan bakış açıları da yalnızca Kuran ahlakıyla olacaktır. Mümin, karşısındaki gibi kendisinin de her an hata yapabilecek, acz içinde bir insan olduğunu bilir. Her insana herşeyi yaptıranın Allah olduğunu unutmaz. -Allah’ın dilemesiyle-, bir insanın samimiyetle mi yoksa kasti olarak mı böyle bir hata yaptığını fark edebilir. Samimi olan bir insana ise, sadece tek bir hatasından dolayı Allah’ın izniyle ne sevgisinde ne de saygısında bir değişiklik olmaz.
22 Mayıs 2014 Perşembe
Dini akılcı, vicdani ve iman hakikatlerine dayalı bir üslupla anlatmanın önemi
İnsanlara Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmak, İslam ahlakının güzelliklerine davet etmek her Müslümanın yerine getirmesi gereken bir sorumluluktur.
Ancak bu sorumluluğu yerine getirirken, Allah'ın Kuran'da bildirdiği yolun izlenmesi çok önemlidir. Allah'ın bildirdiği, Peygamberimiz (sav)'in uyguladığı yolun dışında kendi akıl ve mantığına göre bir yol izleyen kişi, dini anlatmakta başarılı olamayacağı gibi, pek çok insanın dinden uzaklaşmasına da sebep olabilir.
Kuran'ın birçok ayetinde insanların Allah'ın yarattıkları üzerinde düşünmeleri gerektiği bildirilmiştir. İnsanlar göğün ve yerin yaratılışı, meyveler, bitkiler, denizler, hayvanlar, kendi bedenleri kısaca etraflarında gördükleri herşey üzerinde düşünmeye davet edilmişlerdir. Örneğin Al-i İmran Suresi'nin 191. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."
Dolayısıyla Kuran'da bilim övülmekte ve bilimin Allah'ın sanatını öğrenme yollarından biri olduğu haber verilmektedir. Müslümanların Allah'ın gösterdiği bu yolu, dini tebliğ ederlerken de en verimli şekilde kullanmaları çok önemlidir. Bilimin ve teknolojinin çok geliştiği ve insanların bilgiye ulaşmalarının çok kolay olduğu bu yüzyılda, insanlara sunulan bilgilerin bilimsel bulgularla ve delillerle desteklenmesi, tahkiki yani hakiki ve gerçek imanın sağlanmasında önemli bir vesiledir. Bilimin tüm dallarının yaratılışı açıkça gözler önüne serdiği bu çağda, bilimi kullanmamak ve hatta akla ve mantığa aykırı, cahilce izahlar yaparak dini anlatmaya çalışmak ise son derece yanlış bir tutumdur.
"Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz"(Fussilet Suresi, 53)
ayetinin tam tecelli ettiği bu yüzyılda, genetik, mikrobiyoloji, paleontoloji, jeoloji, astronomi gibi sayısız bilim dalı insanlara hem kendi bedenlerinde hem de dışarıda Allah'ın yaratılış delillerini, eşsiz sanatını mükemmel şekilde göstermiştir.
Bilim, Allah'ın Müslümanlara verdiği bir nimet, dini tebliğ etmelerinde kullanmaları için yarattığı ilmi bir silahtır. Bu gücün çok iyi kullanılması, İslam ahlakının dünyaya yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır. İşte bu nedenle iman hakikatlerine dayalı bir din anlatımı Allah'ın izniyle çok etkili ve başarılı olacak bir yoldur.
Ancak iman hakikatlerinin anlatımından önce, insanların akıllarını kapayan, önyargılara kapılmalarına sebep olan ve kendilerini anlatılanları açık bir şuurla dinlemelerini engelleyen batıl inançlarının, yani putlarının ortadan kaldırılması çok önemlidir.
Allah Kuran'da Hz. İbrahim (as)'ın devrindeki tüm putları kırdığını haber vermektedir. Hz. Musa (as) da, kavminden bazı kimselerin edindiği putu paramparça etmiş, küllerini de denize savurmuştur. Bu kıssalar, işari manada Müslümanların da yaşadığı çağda devrin putunu ilmen yerle bir etmeleri gerektiğini göstermektedir. Bu devrin, insanları Allah'tan ve İslam ahlakından uzaklaştıran en büyük putu ise Darwinizm'dir. İnsanların büyük kısmının Allah'ın varlığını ve birliğini anlamalarına engel olan Darwinizm'in bilimsel delillerle geçersizliğinin ortaya konulması, ilmi hiçbir kıymetinin olmadığının ispatlanması ve bunun akılcı, mantıklı ve bilimsel bir üslupla gerçekleştirilmesi, insanların şuurlarının kapanmasına sebep olan önemli bir engelin ortadan kaldırılmasına vesile olacaktır. Darwinizmin geçersiz olduğunu gören, yıllarca sahte bir ideolojiyle aldatıldığını kavrayan bir insan doğal olarak doğrunun arayışı içinde olacaktır.
Bu arayışı sırasında evrendeki kusursuz dengeyi, canlılardaki mükemmel sistemleri, kendi bedeninde tek bir hücresinin içinde dahi muazzam bir alem olduğunu öğrenen bir kişi, tüm bunların üstün güç ve kudret sahibi bir Yaratıcı'nın, yani Allah'ın eseri olduğunu kolaylıkla anlayacaktır. Allah'ın sanatını gören, Allah'ın yaratışındaki mükemmeliği kavrayan bir insanın Allah'a hakkel yakin iman edeceği, bu imanın gereği olarak din ahlakını en mükemmel şekilde yaşayacağı açıktır.
Tüm bu açık gerçeklere rağmen bir kısım insanların hurafevari anlatımlarla, akla ve mantığa aykırı bilgiler sunarak, İslam'ı tebliğ etmeye kalkışması ise, insanların bilinç altına dinin inanılması ve yaşanması mümkün olmayan bir sistem olduğu telkinini verecektir.
Bu da insanların büyük kısmının Allah'tan ve dinden uzak durmalarının en önemli sebeplerinden biridir. Bu nedenledir ki, tüm Müslümanların dini tebliğ ederken akılcı, nezih, saygılı bir üslupla, iman hakikatlerine ve bilime dayalı bir şekilde tebliğ yapmaları gerekir. İslam böyle tebliğ edildiğinde ve Allah'ın Kuran'da bildirdiği, Peygamberimiz (sav)'in yaşadığı şekilde yaşandığında, hiç şüphe yok insanlar akın akın Allah'ın dinine girecekler ve İslam ahlakı çok kısa sürede tüm dünyaya hakim olacaktır.
16 Mayıs 2014 Cuma
Müslümanlar, başarıya ulaşmak için Allah’ın takdir ettiği vakte kadar beklemekle yükümlüdürler
Kuran’da Yüce Rabbimiz’in ayetlerinde işaret ettiği sırlardan biri de, bir işin sonuçlanması için müminlerin sabırla beklemeleri gerektiğidir. Yüce Kitabımız Kuran’a baktığımızda, Peygamberlerin de salih Müslümanların da, kendilerine vadedilen başarıya ulaşmak için belli bir süre beklemeleri öğütlenmiştir. Nitekim Peygamberlerin hayatlarına bakıldığında da bu önemli gerçek anlaşılabilmektedir. Sevgili Peygamberimiz (sav)’e ilk vahiy kırk yaşında iken gelmiştir. Hz. Musa için Allah, kırk günlük bekleme süresi belirlemiştir. Ayette Allah bunu şöyle haber verir:
Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi. (Araf Suresi, 142)
Yine Yüce Allah insanların olgunluk yaşı olarak kırk yaşını belirlemiştir:
Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve Senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (Ahkaf Suresi, 15)
Kuran’da Allah Müslümanlara, galibiyetleri ve hakimiyetleri için bir bekleme süresi tespit etmiştir. Peygamberlerin de, onları izleyen müminlerin de, kendi topluluklarına tebliğde bulundukları, onlara Kuran ile hatırlattıkları ve bundan sonrasında ise beklemelerinin öğütlendiği anlaşılmaktadır. Kuran’da Müslümanların sabır ile beklemelerine işaret eden ayetler şu şekildedir:
Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: "Bekleyin, Biz de şüphesiz beklemekteyiz." (Enam Suresi, 158)
"Andolsun" dedi. "Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (Araf Suresi, 71)
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü’nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz. (Tevbe Suresi, 52)
Bir de derler ki: "Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.." De ki: "Gayb yalnızca Allah'ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (Yunus Suresi, 20)
Kendilerinden önce gelip geçmişlerin (başlarından geçen) günlerin bir benzerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: "Bekleyedurun. Şüphesiz ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (Yunus Suresi, 102)
(Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi. (Neml Suresi, 27)
Öyleyse, sen onlardan yüz çevir ve bekleyedur; gerçekten onlar da beklemektedirler. (Secde Suresi, 30)
Mü'minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler. (Ahzab Suresi, 23)
Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık. Öyleyse sen gözleyip-bekle; elbette onlar da gözleyip-bekliyorlar. (Duhan Suesi, 58-59)
Gerçek şu ki Biz, bir fitne (imtihan ve deneme konusu) olarak o dişi deveyi kendilerine göndereniz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret. (Kamer Suresi, 27)
Müslümanlar, başarıya ulaşmak için Allahın takdir ettiği vakte kadar beklemekle yükümlüdürlerYukarıdaki ayetlerden, inkarcı toplulukların da bir bekleyiş içinde oldukları görülmektedir. Müminler, Allah’ın vaadinin gelmesi, Allah’ın izniyle galibiyete ulaşmak için beklemektelerken, inkarcılar da azabın gelmesi için beklemektedirler. Müminler için bu bekleme süresi, onların sabırlarında, Allah’a yakınlıklarında, ecirlerinde ve yakinlerinde bir artış iken, tanınan bu süre inkarcılar için günahta bir artıştır. Yüce Rabbimiz ayetinde bunu bizlere haber vermiştir:
O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)
Yüce Allah, inkarcı kavimlerine karşı Allah’tan yardım isteyen Peygamberlere de beklemelerini öğütlemektedir. Allah, vaadini mutlaka gerçekleştirecek ve inkarcıların tümünü bozguna uğratacak, onların batıl dinlerini yok edecektir. Fakat bunun için Yüce Rabbimiz belirli bir zaman belirlemiştir ve müminlere de sabırla beklemelerini öğütlemiştir. Cenab-ı Allah, Katı’ndan gönderdiği ve kavmine tebliğde bulunan elçinin yardım dualarına karşı onların bozguna uğrayacaklarını vadetmiş, bunun için beklemesi gerektiğini bildirmiştir:
(Peygamber) Dedi ki: “Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.” (Allah) Dedi ki: “Az bir süre (bekle), onlar gerçekten pişman olacaklar.” (Müminun Suresi, 39-40)
Mümin, dünya hayatında Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirmek, Kuran ahlakını tebliğ etmek ve Allah’ı razı edecek güzel davranışlarda bulunmakla yükümlüdür. İçinde bulunduğu imtihan ortamı, müminin imanının güçlenmesi, Allah’a yakınlaşması, dua ile Allah’a sığınması ve razı olunmuş olarak ahirete gidebilmesi için özel olarak yaratılır. Aslında uğruna gayret ettiği herşey Allah katında zaten yaşanıp bitmiştir, Rabbimiz tüm bunları en güzel şekilde sonuçlandırmıştır. Kuşkusuz ki bu süre içinde gösterilen gayret ve çaba, zaten olacak olan sonucu değiştirmeyecektir. Allah vadettiğini mutlaka yaratacak ve insanlara gösterecektir. Dolayısıyla insan, bu güzel sonuca ulaşana kadar gösterdiği gayretin, Allah için çabasının, yaptığı tebliğin ve gösterdiği sabrın yalnızca kendi ahireti için Allah katında önemi olduğunu unutmamalıdır. Müslüman, kalbi tatmin bulmuş olarak, Allah’a teslim olmakla yükümlüdür. Elbette Yüce Allah her şeyi en mükemmel, en kusursuz ve en hayırlı şekilde yaratandır.
Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir on daha ekledik. Böylece Rabbinin belirlediği süre, kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Harun'a "Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma" dedi. (Araf Suresi, 142)
Yine Yüce Allah insanların olgunluk yaşı olarak kırk yaşını belirlemiştir:
Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve Senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (Ahkaf Suresi, 15)
Kuran’da Allah Müslümanlara, galibiyetleri ve hakimiyetleri için bir bekleme süresi tespit etmiştir. Peygamberlerin de, onları izleyen müminlerin de, kendi topluluklarına tebliğde bulundukları, onlara Kuran ile hatırlattıkları ve bundan sonrasında ise beklemelerinin öğütlendiği anlaşılmaktadır. Kuran’da Müslümanların sabır ile beklemelerine işaret eden ayetler şu şekildedir:
Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: "Bekleyin, Biz de şüphesiz beklemekteyiz." (Enam Suresi, 158)
"Andolsun" dedi. "Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azap ve gazab gerekli kılındı. Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (Araf Suresi, 71)
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü’nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz. (Tevbe Suresi, 52)
Bir de derler ki: "Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.." De ki: "Gayb yalnızca Allah'ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (Yunus Suresi, 20)
Kendilerinden önce gelip geçmişlerin (başlarından geçen) günlerin bir benzerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: "Bekleyedurun. Şüphesiz ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (Yunus Suresi, 102)
(Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi. (Neml Suresi, 27)
Öyleyse, sen onlardan yüz çevir ve bekleyedur; gerçekten onlar da beklemektedirler. (Secde Suresi, 30)
Mü'minlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler. (Ahzab Suresi, 23)
Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık. Öyleyse sen gözleyip-bekle; elbette onlar da gözleyip-bekliyorlar. (Duhan Suesi, 58-59)
Gerçek şu ki Biz, bir fitne (imtihan ve deneme konusu) olarak o dişi deveyi kendilerine göndereniz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret. (Kamer Suresi, 27)
Müslümanlar, başarıya ulaşmak için Allahın takdir ettiği vakte kadar beklemekle yükümlüdürlerYukarıdaki ayetlerden, inkarcı toplulukların da bir bekleyiş içinde oldukları görülmektedir. Müminler, Allah’ın vaadinin gelmesi, Allah’ın izniyle galibiyete ulaşmak için beklemektelerken, inkarcılar da azabın gelmesi için beklemektedirler. Müminler için bu bekleme süresi, onların sabırlarında, Allah’a yakınlıklarında, ecirlerinde ve yakinlerinde bir artış iken, tanınan bu süre inkarcılar için günahta bir artıştır. Yüce Rabbimiz ayetinde bunu bizlere haber vermiştir:
O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)
Yüce Allah, inkarcı kavimlerine karşı Allah’tan yardım isteyen Peygamberlere de beklemelerini öğütlemektedir. Allah, vaadini mutlaka gerçekleştirecek ve inkarcıların tümünü bozguna uğratacak, onların batıl dinlerini yok edecektir. Fakat bunun için Yüce Rabbimiz belirli bir zaman belirlemiştir ve müminlere de sabırla beklemelerini öğütlemiştir. Cenab-ı Allah, Katı’ndan gönderdiği ve kavmine tebliğde bulunan elçinin yardım dualarına karşı onların bozguna uğrayacaklarını vadetmiş, bunun için beklemesi gerektiğini bildirmiştir:
(Peygamber) Dedi ki: “Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.” (Allah) Dedi ki: “Az bir süre (bekle), onlar gerçekten pişman olacaklar.” (Müminun Suresi, 39-40)
Mümin, dünya hayatında Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirmek, Kuran ahlakını tebliğ etmek ve Allah’ı razı edecek güzel davranışlarda bulunmakla yükümlüdür. İçinde bulunduğu imtihan ortamı, müminin imanının güçlenmesi, Allah’a yakınlaşması, dua ile Allah’a sığınması ve razı olunmuş olarak ahirete gidebilmesi için özel olarak yaratılır. Aslında uğruna gayret ettiği herşey Allah katında zaten yaşanıp bitmiştir, Rabbimiz tüm bunları en güzel şekilde sonuçlandırmıştır. Kuşkusuz ki bu süre içinde gösterilen gayret ve çaba, zaten olacak olan sonucu değiştirmeyecektir. Allah vadettiğini mutlaka yaratacak ve insanlara gösterecektir. Dolayısıyla insan, bu güzel sonuca ulaşana kadar gösterdiği gayretin, Allah için çabasının, yaptığı tebliğin ve gösterdiği sabrın yalnızca kendi ahireti için Allah katında önemi olduğunu unutmamalıdır. Müslüman, kalbi tatmin bulmuş olarak, Allah’a teslim olmakla yükümlüdür. Elbette Yüce Allah her şeyi en mükemmel, en kusursuz ve en hayırlı şekilde yaratandır.
15 Mayıs 2014 Perşembe
Allah’ın dünyada yarattığı acizlikler cennet özleminin artmasına vesile olur
Allah tüm kainatı muhteşem bir düzen içinde yaratmıştır. Yıldız sistemleri, gezegenler, gök taşları kusursuz bir düzende hareket ederler. Allah dünyayı ve içindekileri de tüm detaylarda mükemmel yaratmıştır. Dünyayı dış tehlikelerden koruyan manyetik kuşaklar, tam insanın ve diğer canlıların yaşamasına elverişli gazlardan oluşan atmosferi, yeryüzündeki su miktarı ve ısı dengesi, Allah tarafından kusursuz bir dengede tutulmaktadır. Bu kusursuz denge içinde yaşamını sürdüren canlılara baktığımızda, Allah’ın zengin sanatının tecellilerini görürüz.
Kuşların her biri, taklit edilmesi henüz mümkün olmamış mükemmel uçuş sistemleri ile donanmışlardır. Bir hastalık olmadığı sürece, hiçbirinin kanat çırpışında bir bozukluk görülmez. Herbirinin kemik yapıları, akciğerleri, göğüs kemikleri ve kas yapıları tam uçuşa uygun şekilde kusursuz yaratılmıştır.
Denizler, olağanüstü güzellikte canlılarla donatılmıştır. Dantelimsi mercanlar, rengarenk balıklar, süslü deniz yıldızları Allah’ın yaratışındaki sanatın örneklerindendir. Bütün bunlara baktığımızda, herhangi bir kusur ve eksiklik göremeyiz. Allah tüm canlıları çeşitli güzelliklerle donatmıştır. İnsanlarda da Allah sanatını tecelli ettirir. Fakat Allah’ın insanlarda yarattığı eksiklikler, acizliğimizi hatırlayıp, tek güç sahibi olanın Allah olduğunu aklımızdan çıkarmamamız Allahın dünyada yarattığı acizlikler cennet özleminin artmasına vesile oluriçin birer nimettir. Tüm kainatı ve içindekileri yaratan Yüce Allah, dilerse insanı da bu eksikliklerden uzak yaratmaya kadirdir. Örneğin bir nilüfer yaprağı kendi kendini temizleyecek şekilde yaratılmıştır. Oysa bizim temizlenmemiz için mutlaka su, sabun gibi yardımcı maddeleri kullanmamıza ihtiyacımız olur. Bir arı, çok uzak mesafelere uçabilir ve saniyede 200 defa kanatlarını çırpabilir. Biz ise kollarımızı kaldırıp indirmeyi bu hızda yapmaya yaklaşamayız bile. İnsanın, bir çita kadar hızlı koşması, mercan balıkları gibi süslü olması veya kuşlar gibi uçması da doğal yollarla mümkün değildir.
Allah Kuran’da iman eden kullarına cennette vereceği nimetleri tarif etmiştir. Cennette insan inşaAllah bütün kusurlarından, eksikliklerinden ve acizliklerinden arındırılmış olarak ve nefsinin her isteyeceği şeye anında sahip olacak biçimde yaratılacaktır. Bu gerçekleri bilen bir mümin de, dünyada Allah’ın yarattığı acizliklerini düşünerek cennete dair özlemini ve isteğini arttırır. Allah’ın yarattığı her detayda mutlaka hayır vardır. Dünyada Allah’ın insanları eksikliklerle yaratmış olması, iman gözüyle bakan bir müslüman için dünya hayatına bağlanmama konusunda da hatırlatıcı bir vesiledir.
Kuşların her biri, taklit edilmesi henüz mümkün olmamış mükemmel uçuş sistemleri ile donanmışlardır. Bir hastalık olmadığı sürece, hiçbirinin kanat çırpışında bir bozukluk görülmez. Herbirinin kemik yapıları, akciğerleri, göğüs kemikleri ve kas yapıları tam uçuşa uygun şekilde kusursuz yaratılmıştır.
Denizler, olağanüstü güzellikte canlılarla donatılmıştır. Dantelimsi mercanlar, rengarenk balıklar, süslü deniz yıldızları Allah’ın yaratışındaki sanatın örneklerindendir. Bütün bunlara baktığımızda, herhangi bir kusur ve eksiklik göremeyiz. Allah tüm canlıları çeşitli güzelliklerle donatmıştır. İnsanlarda da Allah sanatını tecelli ettirir. Fakat Allah’ın insanlarda yarattığı eksiklikler, acizliğimizi hatırlayıp, tek güç sahibi olanın Allah olduğunu aklımızdan çıkarmamamız Allahın dünyada yarattığı acizlikler cennet özleminin artmasına vesile oluriçin birer nimettir. Tüm kainatı ve içindekileri yaratan Yüce Allah, dilerse insanı da bu eksikliklerden uzak yaratmaya kadirdir. Örneğin bir nilüfer yaprağı kendi kendini temizleyecek şekilde yaratılmıştır. Oysa bizim temizlenmemiz için mutlaka su, sabun gibi yardımcı maddeleri kullanmamıza ihtiyacımız olur. Bir arı, çok uzak mesafelere uçabilir ve saniyede 200 defa kanatlarını çırpabilir. Biz ise kollarımızı kaldırıp indirmeyi bu hızda yapmaya yaklaşamayız bile. İnsanın, bir çita kadar hızlı koşması, mercan balıkları gibi süslü olması veya kuşlar gibi uçması da doğal yollarla mümkün değildir.
Allah Kuran’da iman eden kullarına cennette vereceği nimetleri tarif etmiştir. Cennette insan inşaAllah bütün kusurlarından, eksikliklerinden ve acizliklerinden arındırılmış olarak ve nefsinin her isteyeceği şeye anında sahip olacak biçimde yaratılacaktır. Bu gerçekleri bilen bir mümin de, dünyada Allah’ın yarattığı acizliklerini düşünerek cennete dair özlemini ve isteğini arttırır. Allah’ın yarattığı her detayda mutlaka hayır vardır. Dünyada Allah’ın insanları eksikliklerle yaratmış olması, iman gözüyle bakan bir müslüman için dünya hayatına bağlanmama konusunda da hatırlatıcı bir vesiledir.
Allah’ın, sebep sanatında yarattığı mucize
Sonsuz çeşitlilik ve sonsuz zenginlikte yaratma gücüne sahip olan Yüce Allah, yarattığı herşeyi sebepleriyle birlikte varetmektedir. Allah olayları, kişileri yaratırken sebepleri en uygun şekilde yaratmakta ve insanların aklının kabul edeceği mükemmel bir düzen içinde kılmaktadır. Allah sonsuz akıl ve kudret sahibidir. Olayların planlı, sebeplere bağlı gibi görünmesi de aslında Allah’ın sonsuz gücünün bir tecellisidir.
Allah’ın mükemmel yaratma sanatının içinde, birbirinden farklı ve çeşitli milyonlarca sebep meydana getirmesi çok büyük bir mucizedir. Allah sonsuz aklıyla dilese sebepleri oluşturmadan da herşeyi yaratabilir ve kuşkusuz en mükemmel şekilde yapardı. Ancak Yüce Rabbimizin meydana getirdiği ve bizlere gösterdiği tüm sebepler Allah’ın detaylardaki sanatının ne kadar mükemmel olduğunu, tüm ayrıntılarda Allah’ın sonsuz aklını, üzerimizdeki merhametini görmemizi sağlamaktadır. Allah’ın herşeyi sebeplere bağlı gibi göstererek yaratmasındaki hikmetlerden birisi de, insanın sürekli imtihan olan bir varlık olmasıdır. İnsan Allah’ın yarattığı sebeplerle de imtihan olmakta ve yaratılan olaylar karşısında gösterdiği ahlak ile denenmektedir. Allah sonsuz aklıyla yarattığı olayları sebeplerin ardında göstererek, yine çok ince, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken ve insanda hayranlık uyandıran sanatını gösterir. Allah olayları sebepler zincirinde meydana getirerek oluşan mucizeleri insanların imtihan ortamında aklının kabul edeceği gibi yaratır. Allah sebepleri ortadan kaldırsaydı insanların imtihan ortamı kalkabilirdi oysa Allah yarattığı bu kusursuz imtihan ortamında sebepleri aklın kabul edeceği gibi oluşturarak insanların gaybe imanını ve Kuran’a uygun ahlak gösterip göstermediklerini sınamaktadır.Allahın, sebep sanatında yarattığı mucize
Sonsuz kudret sahibi olan Yüce Rabbimiz, sebep ve sonuç arasındaki ilişkiyi, karşımıza çıkan birçok olayda en mükemmel şekilde tecelli ettirir. Örneğin koltuğumuzda otururken güzel bir sofra kurup yemek istesek ve birden istediğimiz tüm yemekler önümüzde yaratılsa, kuşkusuz bu insan aklının ihtiyarını ortadan kaldıracak bir olay olur. Ancak Allah kurulan sofrayı da, tüm yemekleri de tam insan aklına uygun şekilde ve en uygun sebeplerle yaratmaktadır. O sofrayı hazırlayan, yemekleri yapan, tüm ayrıntıları düşünen kişileri Allah tek tek yaratmaktadır. Böylece Allah günlük hayatın içinde yaşanan bir çok mucizevi olayı imtihanın bir gereği olarak sebeplere bağlayarak yaratmış olur. Biz sofranın hazırlanmış son halini gördüğümüzde, sebepleri düşünmeden o sofranın o an bizim için yaratıldığını görürüz. Oysa birçok sebebi bir araya getirerek o sofrayı oluşturan Allah sebepleri ne kadar mükemmel yarattığını göstermektedir.Ya da tam işe veya okula gitmek üzereyken aniden gitmek istediğimiz yerde yaratılsak, bu da insan aklının ihtiyarını ortadan kaldıracak bir olay olur. Ancak Allah yine en güzel ve akla uygun sebepleri oluşturarak, bizi olmak istediğimiz yerde, sebepler içinde olması gereken zamanda yaratmaktadır.
Dışarıda aslı var olan arabayı, gemiyi, uçağı sebep kılarak, bulunduğumuz mekanı, beynimizin içinde oluşan görüntüde değiştiren Allah’tır. Allah son derece mükemmel ayrıntıları bir araya getirmekte, birbirinden ayrı birçok olay mükemmel bir şekilde birleşmekte ve Allah’ın sebep sanatı en güzel şekilde tecelli etmektedir.
İnsan çok hastayken, Allah dilediği takdirde, hiçbir sebebe gerek kalmadan o an içinde insanı eskisinden daha sağlıklı hale getirebilir. Ancak Allah yarattığı sebepler içinde hastaneyi, doktoru veya ilacı iyileşmek için vesile kılmaktadır. Tüm bunlar Allah’ın kontrolünde olan sebeplerdir. Örneğin genç bir insan, gözümüzün önünde bir kaç saniye içinde yaşlanacak olsa, bu insan aklının ihtiyarını kaldırır. Ancak Allah zamanı, yılları sebep olarak yarattığında, Allahın, sebep sanatında yarattığı mucizeyaşlanma herkesin çok olağan karşıladığı bir olay haline gelir. Ya da küçük bir bebek birkaç saniyede konuşup, yürümeye başlasa insan aklı bunu kavrayamazken, Allah’ın yine zamanı sebep olarak yaratıp bu olayları oluşturması herkesin çok normal karşıladığı gelişmeler olur. Hergün belki de hiç düşünmeden kullandığımız ev eşyaları da aslında birçok sebep aracılığıyla bize ulaşmaktadır. Onun üretildiği fabrikada çalışan işçiden, eve getiren arabaya kadar mükemmel bir sebep zinciri işlemektedir.Karşılaştığımız tüm bu olaylardaki her ayrıntıyı, hazırlanmış bir sofrayı, kullandığımız bir arabayı, içtiğimiz ilacı, elimize aldığımız televizyon kumandasını ve daha pek çok muhteşem detayı Allah sebepler dahilinde olmuş göstermektedir.
Allah’ın her olay, her kişi, her şart ve durum için sebepleri en ince detaylarla meydana getirip, insan aklının kabul edeceği kurallar zinciri içinde yaratması çok büyük bir mucizedir..
Herşeyi dilediği anda yaratmaya kadir olan Yüce Allah, yaratmadaki gücünü ayetlerde bizlere şöyle bildirmektedir:
“Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmağa kadir değil mi? Elbette (öyledir); O, yaratandır, bilendir.” (Yasin Suresi, 81)
“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.” (Yasin Suresi, 82)
İstediğiniz bir şeye ulaşmak için, elinizden gelenin en fazlasını yapıyor musunuz?
İnsan fıtratında var olan en önemli özelliklerinden biri ‘istemek’tir. Allah, insanın ruhuna güzelliklere, iyiliklere, nimetlere karşı, hayatının sonuna dek bitmeyecek bir istek vermiştir. Dolayısıyla dünya üzerinde, kendisine nimet verilmesinden, iyilik yapılmasından, güzellik sunulmasından hoşlanmayacak tek bir insan yoktur.
Ancak insanların büyük bir çoğunluğu bu isteklerine, hiç emek vermeden, hiç akıl kullanmadan ve hiç sıkıntıya girmeden kavuşmak isterler. Dünyanın en güzel nimetleri daima hiç koşulsuz önlerine gelsin; insanlar kendilerine karşı olabilecek en güzel ahlakı göstersin; sıkıntı, zorluk, yokluk onlara hiç dokunmasın; her işleri olabilecek en kolay şekilde hallolsun; hayatlarının akışı hep en istedikleri şekilde gerçekleşsin; hastalıklar, eksiklikler, acizlikler, sabretmeyi, emek vermeyi, irade göstermeyi gerektirecek olaylar onlardan hep uzak olsun isterler…
Oysa Allah insanın ruhunda iyiliklere, güzelliklere ve nimetlere karşı eğilim yaratırken, insanın bu sonuca ulaşmak için ‘emek vermesini’ de istemiştir. Allah, ancak hayatını akıllarını kullanarak, iyiliğe, güzelliğe ulaşmak için çaba harcayarak geçiren kulları için cennet vadetmiştir. Kuran'da, iyiliğe, güzelliğe ulaşmak isteyen insanların göstermekle yükümlü oldukları bu ‘bir ömür süresince, kesintisiz olarak gösterilecek olan ciddi çaba’nın önemi şöyle hatırlatılmıştır:
Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)
Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
İşte bu, dünya ve ahiret hayatında güzellikler oluşmasını isteyen bir insanın asla unutmaması gereken kesin bir gerçektir. Müminin sorumluluğu, hayatının sonuna kadar Allah rızası için emek vermek, çabalamak, hayırlarda yarışmak ve bu uğurda yorulmaktır:
Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.
Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.
Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.
Ve yalnızca Rabbine rağbet et. (İnşirah Suresi, 5 – 8)
Bir şeyleri istemek, ama bu yönde hiçbir çaba harcamadan oturup beklemek, müminin kendisine yakıştıracağı bir ahlak şekli değildir. Örneğin eğer İslam ahlakının dünyaya yayılmasını istiyorsa, bunun için çaba harcamalıdır. İnsanlar arasında iyiliğin yaygınlaşmasını istiyorsa, iyiliği en iyi yaşayan olup herkese örnek olmalıdır. Oturduğu yerin temiz ve düzenli olmasını istiyorsa, harekete geçip temizlik yapmalıdır. Dostluğu, saygıyı, sevgiyi yaşamak istiyorsa, ahlakını, sevilecek, saygı duyulacak, dost olunacak bir hale getirmelidir. Başkalarından güzel ahlak görmek istiyorsa, tavırlarıyla, sözleriyle güzel ahlakın tüm detaylarını insanlara öğretebilecek ve onları da teşvik edecek bir ahlak sergilemelidir.
İstediğiniz bir şeye ulaşmak için, elinizden gelenin en fazlasını yapıyor musunuz?Ancak bazen de bir insan elinden gelen her türlü çabanın en fazlasını gösterir. Ama dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak, her istediğini elde edemeyebilir. Fakat Allah kullarına, şartlar nasıl görünürse görünsün, her halikarda yine de ‘umut içerisinde dua etmelerini’ bildirmiştir:
… O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)
"… Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87)
Dolayısıyla inanan bir insan, istediği bir şey gerçekleşmese de, Allah'a olan güveninden ve Allah'ın sonsuz gücünü bilmesinden dolayı hayatının sonuna kadar bu yönde dua etmeye ve çaba harcamaya devam eder. Eğer isteği gerçekleşmiyorsa, Allah'ın bunda hayır ve hikmetler yarattığını; kendisi için en güzel ve yararlı olanı en iyi Rabbimiz'in bildiğini bilir. Ve gönül rahatlığıyla Allah'a teslim olur. Gösterdiği samimi ve ihlaslı çabanın Allah Katında ve sonsuz hayatında mutlaka en güzeliyle karşılık göreceğini ummanın tevekkülünü yaşar.
Allah Kuran'da, ‘hayatı boyunca istemekten bıkkınlık duymayan’ ancak ‘isteklerinin dışında bir durumla karşılaştığında da, hemen inancını ve umudunu yitiren, dağılan insanların varlığından’ da bahsetmiştir. İşte bu, gösterdiği çabayı, Allah'ın rızasını umarak değil, sadece nimete kavuşmak için gösteren kimselerin durumudur.
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.
Oysa ona dokunan bir zarardan sonra Tarafımız'dan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbim'e döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azaptan taddıracağız. (Fussilet Suresi, 49-50)
İşte, hayatında iyiliklere, güzelliklere ve nimetlere ulaşmak isteyen insanların bu önemli gerçekleri asla unutmamaları gerekir:
İstediğiniz bir şeye ulaşmak için, elinizden gelenin en fazlasını yapıyor musunuz?- İyiliği, güzelliği ve nimeti, ihlasla ve Allah rızası için istemek…
- Bir şeyi isteyip, sonra hiçbir çaba harcamadan, akıl kullanmadan, sıkıntılara göğüs germeden beklemenin mümin tavrı olmadığını unutmamak…
- İstekleri gerçekleşmese de, Allah'a güvenmekten asla vazgeçmemek…
- Asla ümit kesmemek; hayatın sonuna kadar Allah'a güvenip, umut ve korku arasında dua etmek…
Ancak insanların büyük bir çoğunluğu bu isteklerine, hiç emek vermeden, hiç akıl kullanmadan ve hiç sıkıntıya girmeden kavuşmak isterler. Dünyanın en güzel nimetleri daima hiç koşulsuz önlerine gelsin; insanlar kendilerine karşı olabilecek en güzel ahlakı göstersin; sıkıntı, zorluk, yokluk onlara hiç dokunmasın; her işleri olabilecek en kolay şekilde hallolsun; hayatlarının akışı hep en istedikleri şekilde gerçekleşsin; hastalıklar, eksiklikler, acizlikler, sabretmeyi, emek vermeyi, irade göstermeyi gerektirecek olaylar onlardan hep uzak olsun isterler…
Oysa Allah insanın ruhunda iyiliklere, güzelliklere ve nimetlere karşı eğilim yaratırken, insanın bu sonuca ulaşmak için ‘emek vermesini’ de istemiştir. Allah, ancak hayatını akıllarını kullanarak, iyiliğe, güzelliğe ulaşmak için çaba harcayarak geçiren kulları için cennet vadetmiştir. Kuran'da, iyiliğe, güzelliğe ulaşmak isteyen insanların göstermekle yükümlü oldukları bu ‘bir ömür süresince, kesintisiz olarak gösterilecek olan ciddi çaba’nın önemi şöyle hatırlatılmıştır:
Kim de ahireti ister ve bir mü'min olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)
Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici-süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 46)
İşte bu, dünya ve ahiret hayatında güzellikler oluşmasını isteyen bir insanın asla unutmaması gereken kesin bir gerçektir. Müminin sorumluluğu, hayatının sonuna kadar Allah rızası için emek vermek, çabalamak, hayırlarda yarışmak ve bu uğurda yorulmaktır:
Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır.
Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.
Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et.
Ve yalnızca Rabbine rağbet et. (İnşirah Suresi, 5 – 8)
Bir şeyleri istemek, ama bu yönde hiçbir çaba harcamadan oturup beklemek, müminin kendisine yakıştıracağı bir ahlak şekli değildir. Örneğin eğer İslam ahlakının dünyaya yayılmasını istiyorsa, bunun için çaba harcamalıdır. İnsanlar arasında iyiliğin yaygınlaşmasını istiyorsa, iyiliği en iyi yaşayan olup herkese örnek olmalıdır. Oturduğu yerin temiz ve düzenli olmasını istiyorsa, harekete geçip temizlik yapmalıdır. Dostluğu, saygıyı, sevgiyi yaşamak istiyorsa, ahlakını, sevilecek, saygı duyulacak, dost olunacak bir hale getirmelidir. Başkalarından güzel ahlak görmek istiyorsa, tavırlarıyla, sözleriyle güzel ahlakın tüm detaylarını insanlara öğretebilecek ve onları da teşvik edecek bir ahlak sergilemelidir.
İstediğiniz bir şeye ulaşmak için, elinizden gelenin en fazlasını yapıyor musunuz?Ancak bazen de bir insan elinden gelen her türlü çabanın en fazlasını gösterir. Ama dünya hayatındaki imtihanın gereği olarak, her istediğini elde edemeyebilir. Fakat Allah kullarına, şartlar nasıl görünürse görünsün, her halikarda yine de ‘umut içerisinde dua etmelerini’ bildirmiştir:
… O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)
"… Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez." (Yusuf Suresi, 87)
Dolayısıyla inanan bir insan, istediği bir şey gerçekleşmese de, Allah'a olan güveninden ve Allah'ın sonsuz gücünü bilmesinden dolayı hayatının sonuna kadar bu yönde dua etmeye ve çaba harcamaya devam eder. Eğer isteği gerçekleşmiyorsa, Allah'ın bunda hayır ve hikmetler yarattığını; kendisi için en güzel ve yararlı olanı en iyi Rabbimiz'in bildiğini bilir. Ve gönül rahatlığıyla Allah'a teslim olur. Gösterdiği samimi ve ihlaslı çabanın Allah Katında ve sonsuz hayatında mutlaka en güzeliyle karşılık göreceğini ummanın tevekkülünü yaşar.
Allah Kuran'da, ‘hayatı boyunca istemekten bıkkınlık duymayan’ ancak ‘isteklerinin dışında bir durumla karşılaştığında da, hemen inancını ve umudunu yitiren, dağılan insanların varlığından’ da bahsetmiştir. İşte bu, gösterdiği çabayı, Allah'ın rızasını umarak değil, sadece nimete kavuşmak için gösteren kimselerin durumudur.
İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye'se düşen bir umutsuzdur.
Oysa ona dokunan bir zarardan sonra Tarafımız'dan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbim'e döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katında benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azaptan taddıracağız. (Fussilet Suresi, 49-50)
İşte, hayatında iyiliklere, güzelliklere ve nimetlere ulaşmak isteyen insanların bu önemli gerçekleri asla unutmamaları gerekir:
İstediğiniz bir şeye ulaşmak için, elinizden gelenin en fazlasını yapıyor musunuz?- İyiliği, güzelliği ve nimeti, ihlasla ve Allah rızası için istemek…
- Bir şeyi isteyip, sonra hiçbir çaba harcamadan, akıl kullanmadan, sıkıntılara göğüs germeden beklemenin mümin tavrı olmadığını unutmamak…
- İstekleri gerçekleşmese de, Allah'a güvenmekten asla vazgeçmemek…
- Asla ümit kesmemek; hayatın sonuna kadar Allah'a güvenip, umut ve korku arasında dua etmek…
Allah’ın sizin için yarattığı sürpriz güzellikleri fark edebiliyor musunuz?…
Pek çok insana sorulacak olunsa, ‘dünya hayatı’ hakkında söyleyecekleri sözlerin aşağı yukarı aynı olduğu görülür. Genelde çoğu kimse, hayatı belirli bir monotonluk içerisinde tasvir eder. Yaşamın, rutin gelişmelerden ve klasik beklentilerden ibaret olduğunu söyler. Nitekim kendi yaşamlarına bakış açıları da, aynı bu anlattıkları gibidir. Yaşadıkları eksikliklere de, güzelliklere de alışkanlık gözüyle bakar; iyi ya da kötü olsun, hemen herşeye hızla uyum sağlarlar. Hayatlarına giren güzellikler, yenilikler ya da iyilikler karşısındaki heyecanlarını adeta yitirmiş gibidirler. Tüm bunları, hayatın doğal akışı içerisinde, zaten olması gereken, sıradan gelişmeler olarak nitelendirirler. Bu nedenle de, bunlardaki olağanüstülükleri ve sıradışı güzellikleri farkedemezler.
Allah bu kimselerin durumunu bir ayette şöyle haber vermiştir:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
Allah, kendileri için yaratılan onlarca güzelliğe, iyiliğe, neşe ve sevinç verici olaya, ülfet ve gafletle bakan ve bunlardan etkilenmeyen kimseler için ahirette güzellikten bir eser olmayacağını bildirmiştir.
Müminlerin dünya hayatına bakış açıları ise, olaylara adeta bir uyku perdesinin ardından bakan bu insanlarınkinden tamamen farklıdır. İman edenler için 'dünya hayatı, her saniyesi birbirinden detaylı sürprizlerle, iyiliklerle, güzellikle, hayır ve hikmetlerle dolu bir yaşamdır. Allah'ın sonsuz güzel ahlakının ve eşsiz üstünlükteki sıfatlarının tecellilerinin hayatın her yanını sarmış olması, müminlerin, her anlarını derin bir heyecan ve coşku içerisinde yaşamalarına neden olur. Her an, Allah'ın kendileri için yarattığı bir başka güzelliği fark etmenin, Allah'ın rahmetinin tecellilerini görmenin neşesini ve sevincini tadarlar.
Allahın sizin için yarattığı sürpriz güzellikleri fark edebiliyor musunuz?...Bu, iman etmeyenlerin hiç bilmedikleri ve mahrum oldukları çok büyük bir dünya nimetidir. Allah her an, insan için, ancak akılla, imanla ve vicdanla fark edilebilecek birbirinden güzel ve detaylı sürpriz güzellikler yaratır. Ancak iman gözüyle bakan kimselerin görebileceği bu olaylar ile, Allah kullarına sıcak ve yakın takibini hissettirir. Bu yakınlığı hissetmek, mümin için çok büyük bir haz ve büyük bir lütuftur. Bazen insanın aklından geçen küçük, günlük ve sıradan gibi görünen bir olayın gerçekleşmesi; bazen dua ile istediği bir güzelliği, hiç tahmin edemeyeceği şekilde karşısında bulması; bazen güzel tevafuklarla karşılaşması, insan için çok büyük bir nimet, tefekkür ve Allah'a yakınlaşma vesileleridir.
Allah Kuran ile, insanlar üzerindeki sonsuz rahmetini; iman edenlerin mutlak dostu ve yardımcısı olduğunu; ve samimi duaya kesin olarak karşılık vereceğini kullarına bildirmiştir. Dolayısıyla inanan bir kimse, zaten hayatı boyunca Allah'ın kendisi için yarattığı rahmet tecellilerinin daimi olarak şuurundadır. Sıkıntı ya da zorluklarla bile karşılaşsa, tüm bunların kendisi için özel yaratılan güzellikler olduğunu bilir. Ancak Allah, bu konuda bu kadar kesin ve sağlam bir inanca sahip olan bir kimsenin dahi ülfetini kıracak, onu hayrete düşürecek ve şahit olduğu olağanüstü yaratılış karşısında büyük bir iman coşkusuna kapılmasını sağlayacak özel tevafuklar, güzellikler ve detaylar yaratır. Mümin, bu olayların her birinde, Allah'ın sonsuz rahmetinin, sonsuz sevgisinin, kullarına olan yakınlığının ve sıcak bağlantısının tecellilerini görmenin verdiği derin heyecan ve hazları tadar. Tüm ruhu ve bedeni, Allah aşkı, Allah sevgisi ve tutkusu ile kaplanır. Allah'ın sonsuz kudretini, Rabbimiz'in herşeye Kadir, sonsuz seven ve sonsuz merhametli olduğunun tecellilerini gördükçe, Allah'a olan olan yakini daha da artar.
Fakat müminin böyle bir iman coşkusu yaşaması için, illaki çok büyük olaylara şahit olmasına ya da çok benzersiz nimetlerle karşılaşmasına gerek yoktur. Bazen çok sıradan, ama çok arzulanan bir şeyin, tam akıldan geçtiği anda kişinin karşısına çıkması; bazen merak ettiği bir konunun cevabının, tam o anda kendisine duyurulması ya da bir an için canının çektiği bir yiyeceğin dahi hiç umulmadık şekilde kendisine ikram edilmesi gibi, küçük ve önemsiz görünen olaylar da gerçekleşebilir. Olayların kendisi belki ehemmiyetsizdir; ancak yaratılan bu
tevafukların mümin için taşıdığı mana çok büyüktür. Tüm bunlar, Allah'ın sonsuz hakimiyetinin, sonsuz şefkatinin, her an kullarıyla birlikte olan, herşeyi gören, herşeyi bilen ve duyan Allahın sizin için yarattığı sürpriz güzellikleri fark edebiliyor musunuz?...olduğunun birer tecellisidir. Ve bu detayların her biri Allah'ın, Kendisi’ni çok büyük bir aşk ve tutkuyla seven kullarına olan yakınlığını onlara hissettirmek için yarattığı sürpriz güzelliklerdir. Ve işte bu büyük gerçeğe şahit olmak da, müminler için çok derin heyecan oluşturan ve çok yakin artıran vesilelerdir.
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Allah bu kimselerin durumunu bir ayette şöyle haber vermiştir:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
Allah, kendileri için yaratılan onlarca güzelliğe, iyiliğe, neşe ve sevinç verici olaya, ülfet ve gafletle bakan ve bunlardan etkilenmeyen kimseler için ahirette güzellikten bir eser olmayacağını bildirmiştir.
Müminlerin dünya hayatına bakış açıları ise, olaylara adeta bir uyku perdesinin ardından bakan bu insanlarınkinden tamamen farklıdır. İman edenler için 'dünya hayatı, her saniyesi birbirinden detaylı sürprizlerle, iyiliklerle, güzellikle, hayır ve hikmetlerle dolu bir yaşamdır. Allah'ın sonsuz güzel ahlakının ve eşsiz üstünlükteki sıfatlarının tecellilerinin hayatın her yanını sarmış olması, müminlerin, her anlarını derin bir heyecan ve coşku içerisinde yaşamalarına neden olur. Her an, Allah'ın kendileri için yarattığı bir başka güzelliği fark etmenin, Allah'ın rahmetinin tecellilerini görmenin neşesini ve sevincini tadarlar.
Allahın sizin için yarattığı sürpriz güzellikleri fark edebiliyor musunuz?...Bu, iman etmeyenlerin hiç bilmedikleri ve mahrum oldukları çok büyük bir dünya nimetidir. Allah her an, insan için, ancak akılla, imanla ve vicdanla fark edilebilecek birbirinden güzel ve detaylı sürpriz güzellikler yaratır. Ancak iman gözüyle bakan kimselerin görebileceği bu olaylar ile, Allah kullarına sıcak ve yakın takibini hissettirir. Bu yakınlığı hissetmek, mümin için çok büyük bir haz ve büyük bir lütuftur. Bazen insanın aklından geçen küçük, günlük ve sıradan gibi görünen bir olayın gerçekleşmesi; bazen dua ile istediği bir güzelliği, hiç tahmin edemeyeceği şekilde karşısında bulması; bazen güzel tevafuklarla karşılaşması, insan için çok büyük bir nimet, tefekkür ve Allah'a yakınlaşma vesileleridir.
Allah Kuran ile, insanlar üzerindeki sonsuz rahmetini; iman edenlerin mutlak dostu ve yardımcısı olduğunu; ve samimi duaya kesin olarak karşılık vereceğini kullarına bildirmiştir. Dolayısıyla inanan bir kimse, zaten hayatı boyunca Allah'ın kendisi için yarattığı rahmet tecellilerinin daimi olarak şuurundadır. Sıkıntı ya da zorluklarla bile karşılaşsa, tüm bunların kendisi için özel yaratılan güzellikler olduğunu bilir. Ancak Allah, bu konuda bu kadar kesin ve sağlam bir inanca sahip olan bir kimsenin dahi ülfetini kıracak, onu hayrete düşürecek ve şahit olduğu olağanüstü yaratılış karşısında büyük bir iman coşkusuna kapılmasını sağlayacak özel tevafuklar, güzellikler ve detaylar yaratır. Mümin, bu olayların her birinde, Allah'ın sonsuz rahmetinin, sonsuz sevgisinin, kullarına olan yakınlığının ve sıcak bağlantısının tecellilerini görmenin verdiği derin heyecan ve hazları tadar. Tüm ruhu ve bedeni, Allah aşkı, Allah sevgisi ve tutkusu ile kaplanır. Allah'ın sonsuz kudretini, Rabbimiz'in herşeye Kadir, sonsuz seven ve sonsuz merhametli olduğunun tecellilerini gördükçe, Allah'a olan olan yakini daha da artar.
Fakat müminin böyle bir iman coşkusu yaşaması için, illaki çok büyük olaylara şahit olmasına ya da çok benzersiz nimetlerle karşılaşmasına gerek yoktur. Bazen çok sıradan, ama çok arzulanan bir şeyin, tam akıldan geçtiği anda kişinin karşısına çıkması; bazen merak ettiği bir konunun cevabının, tam o anda kendisine duyurulması ya da bir an için canının çektiği bir yiyeceğin dahi hiç umulmadık şekilde kendisine ikram edilmesi gibi, küçük ve önemsiz görünen olaylar da gerçekleşebilir. Olayların kendisi belki ehemmiyetsizdir; ancak yaratılan bu
tevafukların mümin için taşıdığı mana çok büyüktür. Tüm bunlar, Allah'ın sonsuz hakimiyetinin, sonsuz şefkatinin, her an kullarıyla birlikte olan, herşeyi gören, herşeyi bilen ve duyan Allahın sizin için yarattığı sürpriz güzellikleri fark edebiliyor musunuz?...olduğunun birer tecellisidir. Ve bu detayların her biri Allah'ın, Kendisi’ni çok büyük bir aşk ve tutkuyla seven kullarına olan yakınlığını onlara hissettirmek için yarattığı sürpriz güzelliklerdir. Ve işte bu büyük gerçeğe şahit olmak da, müminler için çok derin heyecan oluşturan ve çok yakin artıran vesilelerdir.
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)